Gazetemizin beş gün önceki başlıklarından birinde Boğazkale’de 40 bin fidan dağıtıldığı cümlesini okuyunca; bir kaygıdır aldı beni…
Diyeceksiniz ki; “Sana ne oluyor da kaygılanıyorsun?”
Sizin bilmediğiniz bir durum var. Yazının başına oturduğum anda kendimi o fidanlardan birinin yerine koydum ve kendimi kaygılar yumağı içinde buldum…
• Susuz kalıp kuruyacak mıyım?
• Dikildiğim yeri, toprağı sevmeyecek miyim?
• Bulunduğum yer rüzgârlı olacak, rüzgâr bana dokunacak mı?
• Bölge insanı türümü beğenecek mi?
• Meyve verimliliğim yeterli olacak mı?
Daha neler neler…
Cumhuriyet başladı başlayalı, bu tür iyi niyetli girişimler var. Dikilen her on fidandan bir tanesinden iyi sonuç alındıysa ülkemi kârlı sayacağım.
Bu kötümser sayılabilecek yaklaşımı, yaşantım boyunca, şahit olduğum olaylardan edindim. 8 sene önce tanıdık bir askere uğramıştık. Çam fidanı diktiklerini gördük. Diktikleri yere senelerdir çam fidanı dikildiğini ama bir sonuç alınmadığını söyleyerek, “Bizimki sonuç verecek mi bakalım?” dedi. O öyle dedi ama olumlu sonuç vermeyeceği belliydi. Çünkü olumsuzluğu giderecek yöntemler bulunmamıştı.
Mahmut Şamlı Çorum’da işinde başarılı bir işadamı, 10 dönümlük bahçesini uzman sayılan insanlara baktırıyor. 8 sene önce diktirdiği 50 ceviz fidanından evin ihtiyacını karşılamakta zorlandığını söylüyor.
Turhal’da Osman Bayram (Arkadaşları ‘Ekonomik Osman’ diyorlar); çalışkan, bilinçli, araştırmacı, iyi tüccar bir insan. Onun da ceviz yetiştirme çabalarını biliyorum. Telefonda durumu sorduğumda, “Bana ceviz deme! Duymak istemiyorum. Sinir bozuyor. Bu ülkede üniversiteler de, toplum kuruluşları da görevini ya yapmıyor ya da yapamıyor!” dedi.
Başarısızlık örnekleri cevizden oldu ama bu bir rastlantı. Başka konuların da farklı olduğunu sanmıyorum.
Atatürk’ün Ankara’da çiftliği kurduktan sonra; işlerin iyi gitmediğini gördükçe; pişmanlık ifade eden sözler söylediği ifade edilir.
Benim çocukluğumda bağlarda verim şampiyonu olan erikler(amesgene, topaksarı, söbesarı)Sınap elması gibi türleri; babamların kuşağı, Amasya’nın misket elması ile değiştirme çabasına girdiler. Bu çaba moda oldu. Çorum’da bağcılık ta sizlere ömür; “Basü badel mevt” oldu.
Ülkemizde tarım konusunun inceliği; “deneme yanılma” metodunun pahalıya mal olmasının ortaya çıkmasıyla anlaşılıyor. Amerika’yı Kristof Kolomb keşfetmiş. Yeniden keşfetmeye çalışmaktan daha büyük yanlış olamaz. Onun gibi tarım konusu gelişmiş ülkelerde belli kurallara oturmuş. Onları görmezlikten gelmek, boşa çalışmaya sebep olur.
Yakın geçmişte genç bir adamla tanışmıştım; “Berberlik yapıyordum. Dedem yaşlandı. Arazilerini ekmeyi üstlendim. İlk iş olarak toprağı tahlil ettirdim. Dedemin devamlı kullandığı gübreyi, toprağımızın fazlasıyla içerdiğini, başka eksik olduğunu öğrendim ve o gübreyi kullanım. Dedem yanlış yaptığımı söyledi ama ben çok daha fazla verim elde ettim, üstelik gübre masrafım dedeminkinin yarısı kadar olmuştu.
İş dönüp dolaşıp, araştırmaya, bilgiyi yerinde kullanmaya, dağıtılan fidanları heşlememeye( ziyan etmemeye) geliyor.
Buraya uyacak, Amerikalı tütüncünün fıkrası vardır. Yazdığımı sanıyorum ama bir daha yazalım ve yazımızı sonlandıralım.
Türk tütünün dünyada çok ünlü ve aranan olduğu bir devirde, Amerikalı tütün üreticisi çiftçi vapurla( o zaman uçak yolculuğu gelişmemiş) İzmir’e geliyor. Rehber buluyor. Tarlaları, tütünleri inceliyor. Dönüş zamanı gelince vapura geliyor. Rehbere, “ Vapurun kalkmasına 8 saat var. Topraktan ve sulamada kullanılan sudan örnek almadık. Sen bana bir şişeye toprak, başka bir şişeye de kullanılan sudan al gel” diyor. Adam 4 saat sonra 3 şişeyle geliyor. Amerikalı, “ Toprak ve su dolu şişeyi anladık. Boş şişe ne oluyor?” deyince; Türk rehber, “ O şişede de oranın havası var!” diyor.
En güzel günler sizlerin olsun.