Diplomasinin kendine özgü bir dili vardır.

Uluslararası ilişkilerde bu dili özenle korumak gerekir ki, ipler gerilmesin, giderek kopma noktasına gelmesin ve ekonomik çıkarlar yara almasın. 

Bir ülkenin uluslararası ilişkilerine yön verenler, sokaktaki insanın hissiyatıyla hareket edemezler. Gereğinden fazla heyecana kapılmaya, gereğinden sert tepkiler vermeye hakları yoktur. 

Haklılıklarını, diplomatik bir lisanla savunmak zorundadırlar. Aksi halde, haklı iken haksız duruma düşebilirler.

*

Son günlerde Avrupa ülkeleriyle yaşadığımız gerilimler, elbette her Türk vatandaşını üzüyor, elbette vatanını-milletini seven herkesi öfkelendiriyor.

Ama, sağduyuyu elden kaçırırsak, “keskin sirke küpüne zarar verir” misali istemeden kendimize zarar vermiş olacağımızı aklımızdan çıkarmamalıyız.

*

Önce şuna karar vermeliyiz:

Almanya’nın, Hollanda’nın, diğer bazı Avrupa ülkelerinin küstahlıklarına, popülist politikalarına, genel olarak Batı’da yükselen ırkçılığa, Müslüman karşıtlığına kızıp, yörüngemizi mi değiştireceğiz? Yoksa, Türkiye’nin çıkarlarını koruma adına en kararlı şekilde diplomatik mücadelemize devam mı edeceğiz? Zira, siyasi hesaplarla “yabancı düşmanlığı”nı körükleyenlerin yanısıra, Avrupa kamuoyunda Batı’nın insan hakları ve hukuk normlarını, demokratik değerlerini koruyanların oranı çok daha yüksek. Ve bizim, soğukkanlılığımızı muhafaza ederek, bizden yana olan bu insanların elini güçlendirmek gibi bir sorumluluğumuz da var.

*

Hamasetten nemalanan siyasiler olduğu gibi, tek işi halkın nefretini kamçılamak olan yazarlar, yorumcular ve analistler de var.

Ama aklı başında ekonomistlerin hemen tümü, ekonomik açıdan yaklaşan tehlikeye dikkat çekiyorlar.

Örneğin, cari açığı kapatmakta kullanıldığı için döviz rezervinin hızla eridiği vurgulanıyor. Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervi içinde bulunduğumuz ay itibariyle 89 milyar dolara düşmüş. Bu rakamın, kısa vadeli dış borç stokumuzu bile karşılayamayacağı hesaplanıyor.

*

Bir başka değerlendirme:

“AB ile ipler koparsa, ekonomi felakete sürüklenir”…

Satır başlarıyla Türkiye-AB ilişkileri şöyle:

Türkiye ihracatının yüzde 47’sini bu ülkelere yapıyor. İthalatının ise yüzde 40’ı Avrupa’dan…

AB’nin toplam ihracatında Türkiye’nin payı yüzde 4.4, ithalatındaki payı da 3.9 düzeyinde.

Türkiye’ye gelen doğrudan yatırımların yüzde 80’e yakını AB ülkelerinden.

Avrupalı turistler Türkiye’den ayağını çekmeye başlamadan önce (2014’te) yıllık ziyaretçi sayısı 18 milyona kadar çıkmıştı. Turizm, kan kaybetmeye devam ediyor.

*

Elbette, bu psikoloji içinde, Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik yatırım projelerinin rafa kalkacağı da muhakkak.

Gerilimden en büyük zararı ise, ne yazık ki, Avrupa’daki gurbetçilerimiz görecek.

Üzerlerindeki baskı artacağı gibi, ekonomik olarak da Türkiye’ye dönmeye zorlanmaları sürpriz olmayacak.

*

Demokratik tepkimizi en kararlı biçimde gösterirken, ülkemizin gerçeklerini de gözden uzak tutmamaya, işte bu bakımdan çok ihtiyacımız var.

Öfkeyle kalkıp zararla oturmamak için…