HASAN BAŞARANHINCAL (YILDIZ HASAN)

Çorum; önemli sanayicilerinden ve saygın işadamlarından Hasan Başaranhıncal’ı kaybetti.

Yıldız Kiremit Fabrikası’ndan dolayı, kamuoyunda çoğu kişinin “Hasan Yıldız”, samimi dostlarının “Yıldız Hasan”, çalışanlarının ve toplumun büyük bir kesiminin ise “Hasan Baba” diye hitap ettiği değerli bir insan, atak bir girişimci, bu dünyadan göçüp gitti.

Biz kendisine “Hasan Baba” diyorduk.

Türk toplumunda herkese baba denmez. O unvanı almak bazı toplumsal ve insani meziyetler gerektirir. Baba; güven demektir, güç demektir, sonsuz bir şefkat demektir. Hasan Baba’da bunlar fazlasıyla vardı. Güvenilir bir insan ve sanayici idi. Ben kendisini son 35 yıldır tanıyordum. Bu anlamda ne iş çevrelerinde, ne de toplumda bir tek olumsuz söze rastlamadım.

müydü? Evet güçlüydü. Hem ekonomik, hem sosyal anlamda. Fakat son derece mütevazı bir insan olduğu için, asla varlığını ön plana çıkarıp öğünen, ne oldum delisi, sonradan görme görgüsüzlerden değildi. Şefkatli miydi? Evet son derece şefkatli bir insandı. Daima yoksulun, çaresizin, mağdurun yanındaydı. Hiç bir zaman o olağanüstü gücünü kullanarak, kendinden zayıfları ezmezdi. Bir firmanın çalışanları ancak, bu nitelikte insana baba diye hitap edebilir. Gözü tok ve cömert bir insandı. Küçük hesapların adamı değildi. Aynı arabada kendisi, İsmail Çoban ve Mustafa Özbayram yolculuk ediyorlar; Çoban “Yıldız Hasan” diye hitap ederken, Özbayram “Hasan Baba” diyordu.

İşini çok sevdiği için, adı şirketinin adı (Yıldız) ile özdeşleşmişti. Onu tanımayanlar soyadının Yıldız olduğunu sanıyordu. İmam bile son yolculuğunda ona, Hasan Yıldız diye hitap ediyordu. Çok az işadamının kendi adı böylesine şirketinin, işinin adı ile özdeşleşmiştir. Bu onun işine olan tutkusunun sonucuydu.

Yıldız olarak yaşadı ve 29 Temmuz akşamı da bir yıldız gibi kayıp gitti sonsuzluğa. Allah rahmet eylesin.

Dost ve arkadaş canlısıydı, doğayı, yeşili, antikayı severdi; O genelde Çorum İnönü caddesindeki yazıhanenin en üst katında dinleniyordu. Oradaki odayı, terasını gül bahçesine çevirmişti. Hala dışardan bakınca yeşil saksıları fidanları görmek olasıdır. Şimdi o fidanlar öksüz kaldı. Aradığında yazıhanede bulamazsan, garantili açık adres Karadeniz Restoran’dı. Oradaki arkadaşları, yine rahmetli İsmail Çoban, rahmetli Mustafa Kamitoğlu, yine rahmetli Yaşar Altıaylık idi.

Dışarıda bir yere gittiğinde, gezerken gördüğü antik eşyaları dayanamaz alırdı. Diyelim bir matara veya antik bir bıçak, tespih, bunun gibi, alıp duvarına asmaktan büyük keyf alırdı. Hayatı ve doğayı seviyordu. Arkadaşlarına çok düşkün, samimi ve içtendi, uzunca bir yol olmasına rağmen, Trakya’ya gelirken kadim dostu ve rahmetli İsmail Çoban’ı yanından ayırmazdı.

yakın arkadaş çevresi ile espriyi severdi. Örneğin rahmetli İsmail Çoban’a hep laf vurur, arada kızdırırdı. Onun kızması, kendisinin gülmesi anlamına geliyordu. Fakat hiçbir şaka ve espri asla kırıcı değildi. Bir gün Kırklareli’nin Karadeniz sahilinde Kıyıköy Beldesinde, denize hakim bir restorana oturduk. Deniz o gün durgun ve çarşaf gibi, bize epeyce uzak denizin ortasında bir cisim var. Aslında ne olduğu tam belli olmuyor.

Hasan Baba, “İsmail Çoban görüyor musun? Denizin ortasında köpek balığı bize doğru geliyor” dedi.

İsmail Çoban, “Sen bir duble atınca kafayı buldun anlaşılan, o balık değil, kese kağıdı” karşılığını verdi.

Hasan Baba ise, “Yok, asıl sen bir dublede kafayı buldun, balığı kese kağıdı olarak görüyorsun!” diye kahkahayı bastı. O günün espri konusuydu bu.

İşe, ekmeğe ve insana büyük saygısı vardı; İş, insanın her şeyin en başına koyması gereken bir durumdu. Yani önce iş yapılacak, diğerleri sonra gelir. İş, üretim olmadan hiçbir şey olmaz. “Önce üreteceğiz, kazanacağız, hakedeceğiz, sonra yiyeceğiz.” diyordu. Toprak sanayiinde yaptığı işi “Biz ateşin içinden gül alıyoruz” diye yorumlardı.

Yine Trakya’da bir gün yolda yürüyoruz, duvarın dibinde bir dilim ekmek gördü. Aldı ekmeği öptü duvarın üzerine koydu. “Kurdun kuşun kuşun nasibi” dedi. “Bu insanlar neden yediği nimete saygı duymuyorlar. Ekmeğin kıymetini bilmek için aç mı kalmak lazım?” diye söyleniyordu. Masada yemin ederek bir şey anlatması gerekiyorsa, ekmeği eline alıyor, “Şu ekmek gözüme dursun ki” diye başlıyordu konuya.

İnsan faktörü onun için en değerli varlıktı. Sözde değil, özde “Yaradılanı seviyordu, yaradandan ötürü”. Bir yere girdiğinde insanlarla çok çabuk tanışır, kaynaşır, hal hatır sorar, çok kısa sürede dost olurdu. Çalışanlarına sevgi ve şefkatle yaklaşıyor, daima empati yapıyordu. “Bir de o adamın açısından bakmak lazım olaya” diyordu. Bir restoranda, kendi masasına oturanlar bir yana, uzakta oturan tanıdığı, sevdiği insanların da hesabını öder, adam hesabın ödendiğini kasada öğrenirdi.

Evet bu dünyadan, Çorum’dan böyle bir güzel insan geçip gitti. Son görüştüğümüzde kendisi ile bir röportaj yapmıştım. Çorum Toprak Sanayiinin dünü, bugünü ve yarını. Sağlığında bana önemli bilgiler verdi. Sağlığında yetiştirip okutmak kısmet olmadı. En kısa zamanda tamamlayıp kamuoyu ile o bilgileri paylaşacağım. Şimdilik o konuyla ilgili o gün çektirdiğimiz bir resimle yetinelim istiyorum.

Hasan Baba’yı iki sayfaya sığdırmak kolay değil, sonraki yazımda farklı yönlerini anlatmaya devam edeceğim. Bilgilerinden çok ilham aldık. Çok ekmeğini yedik. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Yakınlarına ve sevenlerine sabır ve başsağlığı diliyorum.

Aydınlı, bir süre önce Hasan Başaranhıncal ile bir söyleşi yapmıştı.

Mustafa Aydınlı, önceki gün toprağa verdiğimiz “Hasan Baba” Hasan Başaranhıncal’la…