Sonra, iki metre derinlikteki bodrumun kapağını örterek, sandalyesini de hiçbir şey olmamış gibi kapağın üzerine koyup, oturdu.
Bizler de bodruma hapsedilme korkusuyla put kesilmiş, olduğumuz yerde kımıldayamıyorduk bile. Çok sürmedi Kemal’in ağıt sesini duyduk. Ahmet’se hem gülüyor hem bir şeyler söylüyordu ona, ama anlaşılmıyordu.
Hamdi öğretmenin bu tür cezalandırma yöntemi yaramazlıklarda bizlere gözdağı verme amaçlıydı elbette..
Dersten çıkış zili çalıncaya kadar her ikisi de bodrumda hapis kaldılar. Bodrum kapağını açan, öğretmenimiz bizlerden büyük ve yiğit olan Mustafa Mert, Hüseyin Taşkaldıran ve diğer yiğit arkadaşlarımızın yardımıyla ikisini de kollarından çekip çıkardılar bodrumdan. Kemal’in, bu derin zifiri karanlık bodrumda ağlamaktan gözleri şişmişti. Ama Ahmet Aykaç gülüyordu.
Öğretmenimiz dersten çıkıp öğretmen odasına yollanırken; bizler de taş basamaklardan inip okul bahçesinde yeni bir oyun kurmak için seğirttik.
Bodrum anısını burada bitti mi sanıyorsunuz? Hayır, bitmedi. Süreği var. Zil çaldı yeniden derse girdik. Sessizce öğretmenimizi beklemeye koyulduk. Hiç birimizin bodruma hapsedilmeye niyeti yoktu. Derken sert bir biçimde kapı açıldı öğretmenimiz geldi. Hep birden ayağa kalkıp asker gibi hazır ol duruşunda bekledik. Bakışlarını üzerlerimizde gezdirdikten sonra:.
“Oturun” dedi.
Oturduk.
Yüzü gülmüyordu. Sınıfın içinde volta atar gibi sert adımlarla duvardan kapıya kadar birkaç kez gidip geldi. Biz de bakışlarımızla onu izliyorduk. Sonra durdu.
Önce dördüncü sınıfların ödevini verdi.
“Bunu, bu derste yapacaksınız” dedi. Ardından beşinci sınıflara, bizlere döndü. Bize de bir ödev vererek:
“Ders bitiminde göreceğim” dedi.
Ardından geçip oturdu sandalyesine. Ders defterini yazmaya durdu.
Herkes sessizce dersini yapmaya koyuldu. Sınıfta, sinek uçsa vızıltısı işitilir, bir sessizlik egemendi. Herkes dersine öyle bir dalmıştı ki birden, bir takırtı ve tukurtuyla silkinip ne oluyor diye sesin geldiği yöne baktık.
Hamdi öğretmen yok olmuştu. Önce ona yakın konumda oturan arkadaşlarımız fırlamıştı ayağa.
“Öğretmenim bodruma düştü diye bağırıyordu Fadik Cebeci. Tüm sınıf ayağa kalkıp seğirterek bodrumun başına vardık. İtiş kakış bodrumun içine öğretmenimize bakmaya çalışıyorduk. Sınıfa tam bir kargaşa havası egemendi. Kimin ne söylediği anlaşılmıyordu. Gerçekten de Hamdi öğretmen bodrum kapağı ve sandalyesiyle birlikte nasıl olduysa bodruma düşmüştü. Trajikomik bir durumdu. Yalnız bu arada bodrum deliğinden öğretmenimizin yukarıya bakan yüzünü ve yüzünde parlayan gözlüklerini gördüm.
İri yapılı arkadaşlarımız bodrumun başını tutmuş: “Öğretmenim elinizi uzatın” diye birbirlerini iterek
öğretmenlerini bodrumdan çıkarma çabası içindeydiler. Ve sonunda yiğit arkadaşlarımız öğretmenimizi kollarından tutup çekerek bin bir güçlükle de olsa bodrumdan çıkarmayı başardılar.
O, üstünü başını silkelerken gülmeye çalışıyordu.
“Bir şeyiniz yok ya öğretmenim” diye sorduk.
“Yok” dedi gülerek. “Herhalde Ahmet’le Kemal’in ‘ahı tuttu’ beni.”
Ahmet’e baktık, gülüyordu.
“Yok öğretmenim” diyordu. Ahı tutmadan ne anladıysa.
O gün okul hizmetlisi Bekir amca tarafından bodrum kapağı kıyılarından çivilendi. Öğretmenin yeniden bodruma düşme ve biz öğrencilerin de bodruma hapsedilme tehlikesi ortadan kalkmış oldu. Hamdi öğretmen, bodrum kapağı her ne değin dört kıyısından çivilense de bir daha bodrum kapağının üzerine oturmadı, yana çekildi.
Aradan tam altmış bir yıl geçti. Arkadaşlarımızın kimi öldü kimisi de başka illerde. Kimi zaman yaz tatillerinde köyümüz Çıkrık’ta buluştuğumuzda, okul anılarımız canlanır belleğimizde. Yeniden öğrencilik yıllarımıza gideriz. Söz sözü açar, anılar anlatılır. Anılar anlatılır da çocukluk anılarına doğru da yolculuk yapılmaz mı? Yapılır elbet. Bu bodrum anısı da anlatılır. Güler, neşeleniriz. Hamdi öğretmenimizi ve ölen arkadaşlarımızı da rahmetle anarız. Hamdi öğretmenimiz 1970'lerin başında İzmir’e taşınmış, bir daha dönmemiş; birkaç yıl önce de orada ölmüştür. Giden gidiyor, anıları kalıyor yaşayanların belleklerinde tatlı bir sızı gibi.