Erdoğan diyor ki, "Tüm bunlara şahit olduktan sonra artık 15 Temmuz öncesindeki gibi davranamayız. En başta Cumhurbaşkanı olarak ben davranamam. İktidar partisi olarak AK Parti böyle davranamaz."
Erdoğan diyor ki, "15 Temmuz'dan sonra, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, artık Türk milletinin tamamına karşı kayıtsız şartsız sorumluluğumuz vardır."
Binali Yıldırım diyor ki, "Çok daha gelişmiş bir demokrasi ve hukuk devleti olarak yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Sorunlarımızı torunlarımıza havale etmeyeceğiz. "
Ve yine Binali Yıldırım diyor ki, "Alevi, Sünni hep bir kardeşiz. Kavga edecek hiçbir şeyimiz yok..."
Ve de Numan Kurtulmuş diyor ki, "Dini veya seküler fark etmez, devlet kadrolarında ehliyet, liyakat, millete sadakat esastır. İçki içen de içmeyen de, başını örten de örtmeyen de gelecek. (...) Ümit ederim ki, 15 Temmuz saldırısı böyle bir dönüşüme vesile olur."
***
Bu sözlere bir itiraz var mıdır, bu sözleri onaylamayan var mıdır? Sanırım yoktur. Ama bu sözlerde samimiyet var mıdır? Bilemiyoruz.
Çünkü bu sözleri söyleyenlerden biri Cumhurbaşkanı, biri Başbakan ve diğeri Başbakan Yardımcısıdır.
Ve bu ülkeyi 14 yıl yöneten siyasetin etkin siyasi kimlikleridir.
Ve de 14 yıl cemaat tarafından aldatıldıklarını da söyleyen kimliklerdir, bu sözleri söyleyenler.
Aslında bu sözler, aynı zamanda bir itiraftır diyebiliriz. Yani 15 Temmuz öncesi, bu ülkenin doğru yönetilmediğinin bir itirafı...
Ve de bu nedenle 15 Temmuz öncesi gibi olmayacağız denilmekte...
Peki, güvenilir mi bu sözlere? Zor, hem de çok zor.
***
Şimdi bir kez daha soralım; 15 Temmuz, beyaz bir sayfanın açılımı olabilir mi ya da olması gerekir mi? Olması gerekir.
-Devlet kadrolarında ayrım yapılmaması gerekir mi? Gerekir.
-Alevi-Sünni ayrımı yapılmaması gerekir mi? Gerekir.
-Türk-Kürt ayrımı yapılmaması gerekir mi? Gerekir.
-Sağcı-solcu ayrımı yapılmaması gerekir mi? Gerekir.
-Ve de laik-muhafazakâr ayrımı yapılmaması gerekir mi? Gerekir.
Peki, bugüne kadar bu ayrım yapılmış mıdır? Evet, yapılmıştır ve de bu ayrım çok açık ve net olarak görülebilmiştir.
***
Çünkü bu siyasetin yani AKP'nin 14 yıllık fotoğrafına baktığımızda:
-14 yıllık iktidar döneminde, toplumun önemli bir kesiminde güven yok edilmiştir.
-14 yıllık iktidar döneminin her uygulamasında, cumhuriyet karşıtı bir algı yaratılmıştır.
-14 yıllık iktidar döneminde hızlı bir kadrolaşma yapılmış ve bu kadrolaşmada çok belirgin ayrım yapılmıştır.
Özellikle Alevi kesim devletten dışlanır olmuştur. Tüm devlet kadroları ve belediyeler adeta Alevilere, laiklere kapatılmıştır.
Ve daha da önemlisi, toplumun laik dokusuna büyük bir tahribat yaşatılmıştır.
Yani toplumda böyle kesin bir kanaat oluşmuştur.
***
İşte bu gözü kara kadrolaşmadır ki, İslam'ı küresel gücün hizmetine sunan ve bugün iktidarı kan dökerek teslim almak isteyen bir cemaatin orduda, yargıda, belediyelerde, bürokraside, yani devletin her alanında kadrolaşmasının önünü açmıştır.
Yani diyebiliriz ki, iktidarın kadrolaşmadaki partizan hırsının oluşturduğu siyasal körlük, bugünkü yaşanan ortamın büyük ölçüde hazırlayıcısı olmuştur.
Oysaki laik kadroların bu devletle, bu cumhuriyetle bir hesaplaşması yoktur. Ama İslam'ı küresel gücün hizmetine sunan cemaatin bir hesabı vardır bu cumhuriyetle.
İşte bu nedenlerle, yukarıdaki sözleri söyleyen siyasi kimlikler, söyledikleri sözlerin içini doldurabilmeli ve arkasında durabilmelidir.
Peki, durabilirler mi? Bilemiyoruz ama bu, biraz da siyasi muhalefetin ve toplumsal güçlerin çabasına bağlıdır diyebiliriz.