97 yıllık Cumhuriyet tarihimizin pek çok kırılma noktası vardır.

Ancak öyle “5 büyük kırılma noktası” vardır ki; bu kırılmalar, ülkemizin büyümesini, gelişmesini durdurmuş; kalkınmasını tersyüz etmiştir.

* İlk büyük kırılma noktası, ülkemizin kurucusu ve kurtarıcısı “Atatürk’ümüzün erken ölümüdür.”

* İkinci büyük kırılma noktası; henüz istenen düzeye ve olgunluğa erişmemiş sosyal, kültürel ve ekonomik yapımıza rağmen; Amerika’nın telkinleriyle; “erken ve zamansız getirilen demokrasidir(!).”

* Üçüncü büyük kırılma noktası; yine Amerika’nın telkinleriyle kapatılarak, gelişmekte olan Türk Sanayisine büyük darbe vurulmasına ve özgüvenini yitirmesine neden olan “Kayseri Uçak Fabrikasının kapatılmasıdır.”

* Dördüncü büyük kırılma noktası, “Türkçe Tapınmanın terk edilerek, Arapça Tapınmaya dönülmesi ve Türk halkının, anlamadığı bir dilde tapınmaya zorlanmasıdır.”

* Beşinci büyük kırılma noktası da yine baş belamız Amerika’nın telkinleri sonucu; “Köy Enstitülerinin kapatılmasıdır.”

Yaşadığımız tüm sancıların temelinde, bu beş büyük kırılma noktası yatar.

İlk dört kırılma noktası konusu açık, net ve herkesin bilinenidir.

O nedenle bu yazımızda, sadece beşinci büyük kırılma noktası olan Köy Enstitülerinin kapatılması olayı üzerinde duracağız.

… …

Beşinci büyük kırılma noktası olarak değerlendirdiğimiz Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı; kapatılmasıyla birlikte tekrar düşülen hurafeler bataklığına düşülmeyecek; Anadolu insanının, dolayısıyla ülkemizin gereksindiği çok yönlü eğitim, köylerimize girecek; kalkınma köylerden başlayacak; köylümüz hurafe bataklığından ve miskinlikten kurtulacak; kendi kendine yetmeye, ülke üretimine katkıda bulunmaya devam edecekti.

Bu gerçeği görmek için halen hayatta olan Köy Enstitüleri mezunlarıyla görüşmek; onların bu okullar kanalıyla kazandıkları becerilere tanık olmak yeterlidir.

Aşağıdaki öykü (gerçekliliği ve yaşanılmışlığı tartışılır olmakla birlikte) özü itibariyle bu durumu en iyi betimleyen bir öyküdür.

Artık şu tartışılmaz gerçeği her ortamda dişe diş savunmak durumundayız.

Bu ülkenin de, bu ülke insanın da; imam hatip eğitimi veren okullara değil; köy enstitüleri gibi çok yönlü eğitim veren okullara ve bu tür eğitim sistemine gereksinimi vardır.

Bu okulların kapatılmasıyla, birlikte ülke kalkınmasına çok büyük ölçüde darbe vurulduğu ayan beyan ortadadır.

Baş belamız Amerika’nın telkinleriyle bu okulları kapatarak, ülke kalkınmasına çok büyük darbe vuran MENDERES İKTİDARINI da; bu bilgiler ışığında, değerlendirmek ve yorumlamak gerekir.

* * *

İşte o öykü.

“… Bir Amerikan uçağı, İstanbul-New York seferini yapıyordu...

Bir süre sonra ışıklar sönünce, yolcularda panik başladı...

Ardından anons duyuldu:

-İçinizde elektrikten anlayan var mı?

Herkes birbirine bakarken, yaşlı bir yolcu parmağını kaldırdı ve davet üzerine makine dairesine girdi...

Ve bir süre sonra da ışıklar yandı!

Yaşlı yolcu, eli yüzü siyahlar içinde; alkışlarla karşılanarak, lavaboya gidip temizlendi ve sessizce yerine oturdu...

Uçak Atlantik ortalarındayken, pilotun konuşması duyuldu:

-Sayın yolcular, motorlarımızdan biri bozuldu. Sakın panik yapmayın. Ben sizi diğer motorla, Amerika’ya ulaştırırım. Eğer içinizde motordan anlayan biri varsa, buraya rica edeceğim.

Yolcular arasından yine sadece yaşlı olan adam elini kaldırıp göreve koştu.

Bir süre sonra motorun tamiri bitmiş, bizimki yüzü gözü karalar içinde ve alkışlar arasında, lavaboda temizlenip, mahcup mahcup yerine oturdu.

Amerika’ya kısa süre kala, hosteslerin koşuşturması dikkat çekti ve bu kez bir hostesin heyecanlı sesi duyuldu:

-Sayın yolcularımız !.

- Bir yolcumuz aniden sancılandı. Bebeği olacak. İçinizde doğumdan anlayan kimse varsa, lütfen acil olarak buraya gelsin.

Çeşitli milletlerden yolcular birbirine bakarken, yine bizim ihtiyar yerinden kalkarak hostesler bölümüne yürüdü...

Kısa süre sonra da, bir bebek ağlaması duyuldu ve hostesin kucağındaki erkek ufaklık, dünyaya ilk bakışlarını gönderiyordu.

Tabii olağanüstü yaşlı yolcu, sürekli alkışlarla yine sakince yerine oturdu...

Ancak, çeşitli ülkelerden oluşan tüm yolcular, meraklarını yenememişlerdi...

Bu adam kimdi?

Sonunda dayanamayıp, özür dileyerek; uyruğunu ve mesleğini sordular.

Yaşlı yolcu, bu soruyu sakince yanıtlar:

- KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU EMEKLİ BİR ÖĞRETMENİM...”

* * *

Bu öykü üzerine görüş alışverişinde bulunduğum; rahmetli babası köy enstitüsü mezunu olan ALÇED Başkanı Şerefnur Kayhan kardeşim anlattı.

“…Köy Enstitüsü mezunu bir babanın evladı olarak, bu öykünün kurgusunu ve de bu öyküde anlatılan olayları hiç yadırgamadım, yadırgamıyorum.

Annemin ve babamın anılarından ve bizzat tanık olduklarımdan biliyorum ki; onlar vazife yaptıkları her yerde sadece öğretmenlik değil; doktorluk, veterinerlik, ebelik, terzilik, marangozluk, elektrikçilik, her türlü tamirat işleri, mühendislik gibi pek çok mesleği icra edebilecek beceride insanlardı.

Rahmetli babamın, “ben o işten anlamam ya da ben o işi yapamam” dediğine ya da yapmaya soyunup da yapmadığı /yapamadığı hiçbir şeye tanık olmadım.

Komşular bozulan her tür elektronik cihazını, babama getirirler, babam da yapardı…”

* * *

Başka söze gerek var mı?