Köşe yazılarımda bu başlığı defalarca kullandım. Batının akla ziyan gelişimini doğunun akıl ötesi kargaşasını bir türlü kabullenemiyorum. 

Yıllarca evvel Doğu-Batı mukayesesinde doğuya haksızlık ettiğimi eleştiren dostlarıma çoğu kez şu dörtlüğümle yanıt veriyordum.

Batı her şeyi sorgular, felsefeye tapar,

Doğu her şeye inanır, felsefeye yan bakar,

Biri eleştirel akılla düşünür, yapar, yapar,

Biri “her şey Allah’ın hikmeti” der, yatar, yatar… (Mehmet Özata)

Aradan yıllar geçti değişen bir şey olmayınca aşağıdaki dörtlüğü yazdım.

Bu nasıl ülke, susması gerekenler susmuyor!

Hayret, konuşması gerekenler de konuşmuyor!

Bir başka boyutta yaşıyor sanki Anadolum,

Ölmeden ölmüşler, akılla iz’an buluşmuyor… (Mehmet Özata)

Bir haftadır Osmancık’tayım. Havalar çok güzel. Obruk barajı Osmancık ve havalisinin iklimini değiştirmiş.

Hafta arası bir vesileyle Çorum’a geldiğimde yaşadığım trafik karmaşası beni dehşete düşürdü. Çorum’da da erken kalkan araba almış. Gazi ve İnönü caddesinin her iki yanını arabalar işgal etmiş. Trafiğe çıkan araba sürücüleri de aklına esen yerlere park edince, Çorum felaket bir trafik anarşisi yaşamaya başlamış.

Çorum Valisi Nurullah Çakır ve Belediye Başkanı Muzaffer Külcü, adını neden değiştirdiklerini bir türlü anlamadığım Hıfzı Veldet Velidedeoğlu parkının önünden bir arabayla İnönü caddesine doğru bir teftişe çıksalar yaşanan felaketi görürler.

Dün Gümüşhacıköy Belediye sitesi Kont lokantasında Çorum Lisesi mezunu arkadaşlarım Hacıköy’lü Muhasebeci Ayhan Özsoy, eski Sallar köyü Muhtarı Rahmi (Ramiz) Koçak, Merzifonlu Avukat Tuncer Sancak ve Gümüş’lü yeğenim öğretmen Hamdi Erk’le buluşarak eski günlerimizi yâdettik.

Eski dostlarım bana çok itibar ettiler ve beni çok güzel ağırladılar. Yaklaşık 3–4 saat yaşadığımız yılların ve hayatın muhasebesini yaptık.  Eşlerimizden, çocuklarımızdan ve yaptıklarımızdan bahsettik, bugünkü konumumuzu sorguladık. Çorum lisesinden birkaç arkadaşı telefonla arayarak muhabbet halesini genişlettik.

Eski dostlarla muhabbet insanı bir başka âleme sürüklüyor. Yılların, yüzlerimizde, bedenlerimizde ve ruhlarımızda yarattığı tahribat moralimizi bozsa da, halimize şükrettik.

“Ateşli aşıklar konuşmayı seven ağızdan ziyade, dinlemeyi seven kulağa muhtaçtırlar” misali, konuştukça açıldık, dertlerimizle dertlendik,  demlendik, demlendikçe dertlendik.

Ardından sözü müziğe getirerek, sözleri Hüseyin Rıfat Işıl’a, bestesi Şerif İçli’ye ait Saba şarkıyla gönüllerimizi şâdettik.

 

Düş ben gibi bir aşka sadakat ne imiş gör,

Vuslat demi bekler iken firkat ne imiş gör,

Yok, yok güzelim düşme sakın böyle bir belaya,

Gel kalbime gir orda felaket ne imiş gör…

Güfte ve bestesi Fehmi Tokay’a ait Rast şarkıyla muhabbet demine son verdik.

 

Sagarda değil sâki zibâda gözüm yok,

Gülşen ne demek, kubbe-i minâda gözüm yok,

Bir haleti digerle gönül hastadır amma,

Mejnun bile olsam yine Leyla’da gözüm yok…