Ağrı Patnos’lu bir ailenin çocuğu olan 20 yaşındaki Barış Çakan, Ankara Etimesgut’ta ailesiyle birlikte yaşamaktaydı. 31 Mayıs 2020 Pazar akşamı bıçaklanarak öldürülür.

İki açıklama vardır bu olayla ilgili:

Birincisi: Barış Çakan ve arkadaşı, bir araba içinde yüksek sesle müzik dinleyen üç genci, “Ezan okunuyor, müziğin sesini kısar mısınız” uyarısı üzerine çıkan kavgada bıçaklanarak öldürüldüğüdür.

İkincisi: Barış Çakan’ın, “Kürtçe müzik dinlediği için” çıkan kavgada bıçaklanarak öldürüldüğüdür.

Elbette olay yargıya intikal etmiştir. Sonucu yargı belirleyecektir.

Ancak olayın nedeni ister “ezan” söylemi olsun, ister “Kürtçe müzik” söylemi olsun bu bakış ve bu dil, her türlü provokasyona açık bir dildir.

Barış Çakan’ın ölümü elbette çok acıdır, ama olayın bir başka önemli kısmı da bu dildir. Aslında değinmek istediğim konu da budur.

Çünkü bu toplum, ötekileştirilmiş ya da ötekileştirildiğini sanan kimlikler üzerinden her an provokasyona açık bir toplum olmuştur. Nitekim bu olay üzerinden etnik bir çatışma tahrik edilmek, toplumsal hassasiyetler kaşınmak istenmiştir.

Özellikle de korona salgınının tüm sinirleri tahrip ettiği böyle bir dönemde…

* * *

O halde, nedir ötekileştirme?

Ötekileştirme; sosyal ve siyasi hayatta kendi gibi olmayanı dışlamak, sosyal ve siyasal değerlerin dışında tutmak, potansiyel bir düşman olarak görmektir.

-Elbette böyle bir olgunun arkasında birikmiş toplumsal korkular, öfkeler, önyargılar, saplantılar vardır.

-Kullanılan dil ile de “ötekileştirme” olabildiğince beslenmiş, toplumun dokusuna yerleştirilmiş, yetişen neslin belleklerine işlenmiştir.

-Ayrıca ötekileştirmede bir aşağılama, bir suçlama, bir hakaret vardır. Bilinçaltı, adeta yıllarca bu suçlayıcı, aşağılayıcı ve dışlayıcı değerlerle doldurulmuştur.

Bugün kullanılan “Kızılbaş” ve “Yezit” terimleri, Alevi ve Sünni kesimlerce asırlarca bir suçlama, bir hakaret ve bir ötekileştirme terimi olarak kullanılmıştır.

Ancak özellikle Alevi kesim, ötekileştirmenin en büyük acısını yaşamış ve de yıllarca neredeyse kimliğini saklar olmuştur.

* * *

Ve yine ülkemizde:

-Araplar için, “Anladıysam Arap olayım”, “Ne Şam'ın şekeri, ne Arap'ın yüzü”...

-Kürtler için, “Kürt'ü koyma avluya, Kürt'ten olmaz evliya”, “Ağaçtan maşa, Kürt'ten paşa olmaz”…

-Ermeniler için, “Ermeni dölü / Ermeni tohumu”...

-Rumlar için, “Rum dölü / Rum tohumu”...

-Romanlar için, “Çingene'ye beylik vermişler, önce babasını asmış”...

Gibi sözler, ötekileştirmenin günlük dile dönüştüğü ve bilinçaltını dolduran dışlayıcı, tetikleyici önyargıların dışavurum ifadeleri olmuştur.

Ve de öyle bir toplumsal zihniyet oluşmuştur ki; öldükleri güne kadar İlhan Selçuk annesinin Ermeni olduğunu, Mehmet Ali Birand annesinin Kürt olduğunu söyleyememiştir

Ermeni asıllı, dünyanın en ünlü fotoğrafçılarından biri olan fotografçımız Ara Güler, asıl adı Aram Güleryan'ı kullanamamıştır.

* * *

Diyebiliriz ki, işte en büyük tehlike budur:

-Müslümanların, Avrupa'da ötekileştirilmiş hissetmeleri…

-Türkiye'de Alevilerin, Kürtlerin ötekileştirilmiş hissetmeleri…

-Ve de bir dönem muhafazakârların ötekileştirilmiş hissetmeleri…

Yani belleklere kazınmış ötekileştirme ve de bunu yaratan zihniyettir ki, yaşanan tüm acı olaylara uygun ortamı hazırlamış, katliamlara varan felaketler yaşatmıştır.

Çorum, Maraş, Sivas katliamları gibi…

Sonuçta ötekileştirme, sosyal ve siyasal hayatta ayrımcılığı beslemiş, toplumda kin ve nefret tohumunu yeşerten bir iklim yaratmıştır.

Nitekim özellikle seçim dönemlerinde, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu için Kürt'tür, Alevi'dir vurgusu yapmak, bilinçaltı bir nefret duygusunun dışavurumu olmuştur.

Ve de bilelim ki, özellikle Müslümanlara karşı bugün Avrupa'da ortaya çıkan ırkçılık ve şiddet ve de dökülen kan, ötekileştirmenin doğurduğu kanlı sonuçlardır.

İşte bu nedenlerle Barış Çakan’ın ölümü çok acıdır, ama ölümü nedeniyle kullanılan dilin mesajları daha da acıdır.

Toplumsal hassasiyet, işte bu nedenle önemlidir. Toplumsal sağduyu, işte bu nedenle gereklidir.