Bağırmadan şarkı söylemeyi öğrendiğim Aşiyan musiki cemiyetinden ayrıldım.

Yaklaşık altmış senedir ağustos böceği misali şarkı söyleyip duruyordum.

Kafamdaki on binlerce nağmenin sarhoşluğuyla biraz dinlenmek istedim.

Mayıs ayı İstanbul’da konser ayıdır. Her hafta birkaç konsere gidiyorum.

Geçen Pazar akşamı Aşiyan korosunun Yeditepe Üniversitesindeki konserine gittim.

Şef Kanuni Sadık Kavas yönetiminde Aşiyan korosu, her zamanki gibi çok eski ve hiç geçilmeyen şarkılardan oluşan güzel bir konserle müzikseverleri bir başka âleme taşıdı. Özellikle Aşiyan’ın solistleri olağanüstü güzellik ve yorumlarıyla ayakta alkışlandılar.

Verilen arada korodaki arkadaşlarla bol bol hasret giderdik. Yaklaşık dört senedir beraber olduğum musiki sevdalı bu güzel insanların yakın ilgisi ve dostluğu beni çok duygulandırdı. Yüreğinde musiki sevdası olan insanlar yüce ve güzel insanlardır.

Konuk sanatçı Ayşe Taş’ın yaklaşık 15 şarkı söylemesi, hem müzikseverlerin, hem  saz sanatçılarının ilgisinin dağılmasına ve konserin uzamasına sebep oldu. 

Bu tür konserlerde her nedense bazı sanatçılar mikrofonu eline alınca bir türlü bırakmayı bilmiyorlar. Saz sanatçılarını ve müzikseverleri bıktırıncaya kadar şarkı söyleyerek kendi itibarlarına gölge düşürüyorlar.

Geçen hafta gittiğim bir başka konserde dehşet bir klarnet ve keman sesinden çok sevdiğim şarkıları dinleyemez olduk. Bütün şarkıları hançerelerinin son perdesine kadar bağırarak söyleyen koro da bir başka alemdi. Verilen arada konseri terk etmek zorunda kaldım.

İstanbul Anadolu Yakasında Üsküdar Musiki Cemiyeti korosu, Aşiyan korosu, Adnan Mungan korosu, Mithat Özyılmazel korosu ve Fikret Karahan korosunun konserlerini zevkle izliyorum.

Bu kadar sözden sonra, sözleri Sultan Divâni, bestesi Burhan Kul’a ait çok sevdiğim bir Suzidil ilâhiyle devam edelim.

Ben bilmez idim gizli ayân hep sen imişsin,

Canlarda vü tenlerde nihân hep sen imişsin,

Senden bu cihân içre nişân ister idim ben,

Âhir bunu bilir mi ki cihân hep sen imişsin…

Bir başka gönül dostu Sefil Selimi’nin beni halden hâle sokan dörtlüğü çok güzeldir.

Vardım ileriye, döndüm geriye, / Ben de şaştım sarındığım deriye,

Kendime rastladım varsam nereye, / Evvel, âhir, sonlu sonsuz benimdir.

Bir başka üstat Harâbi alır sazı eline,

Daha Allah ile cihan yok iken, / Biz anı var edip ilan eyledik,

Hakk’a lâyık hiçbir mekan yok iken,/ Hanemize aldık mihman eyledik…

Sanmayın bu sözleri her insan anlar, / Kuş dilidir bunu Süleyman anlar,

Bu sırrı müphemi ârifan anlar, / Çünkü cahillerden pinhan eyledik…

Aşık Veysel üstadım sazı ve güzel sesiyle asumandan seslenir.

Aslıma karışıp toprak olunca, / Çiçek olur mezarımı süslerim,

Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar, / Gökyüzünde dalgalanır seslerim…

Sonra şeriata karşı geldi diye derisi yüzülerek öldürülen Nesimi üstad dile gelir.

Gel aslımı sorarsan ben bir niyazım, / Basir ilmi denen yerden gelirim,

Bir katre idim şimdi hân oldum / Arştaki kandilden nurdan gelirim…

Ben de izninizle Nesimi ve Hallacı Mansur’u şu dörtlüğümle anayım. 

Ne zaman Nesimi aklıma gelse, / Yüzülmüş tenine deri olurum,

Hallaç gibi çıkıp “Enel-Hak dese, / Aklımı şaşırıp deli olurum…

Yahya Kemal üstadı hiç anmamak olur mu?

Bir merhaleden güneşle derya görünür, / Bir merhaleden her iki dünya görünür,

Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer/Geçmiş gelecek cümlesi rüya görünür…