Serserinim düştüm aşkınla meye, (mey=içki)

Nasıl girdin elimdeki şu ney’e ?

Hem seversin beni Neyzen’im deye,

Hem de sarhoş deye destan edersin…

Allah’a böyle seslenen sıra dışı bir kulu tanımak istemez misiniz?

1879’da Bodrum’da doğan Neyzen Tevfik, Urla’da bir neyzenden nota bilgileri alarak kendini geliştirdi. İzmir İdadisinde (lise) okudu, bitirmeden ayrıldı. Mehmet Akif’ten Farsça öğrenerek İzmir Mevlevihanesine girdi. Daha sonra İstanbul’a yerleşen Neyzen Tevfik Galata ve Kasımpaşa Mevlevihanesine devam etti. 1902 yılında Bektaşi dervişi oldu. Mehmet Akif ve Şair Eşref’ten etkilenerek şiir yazmaya başladı. 1908-1913 yılları arasında Mısır’da yaşadı. 1953’te vefat etti.

Neyzenlikteki ustalığına rağmen yergi ve taşlamalarıyla ünlendi.

Toplumdaki haksızlıkları, siyasetteki dalavereleri, dini baskıları ve çıkar düşkünlerini acımasızca hicvetti. Hiç ve Azab-ı Mukaddes adlı iki eseri vardır.

Azâb-ı Mukaddes’in sonunda okuyuculara şöyle sesleniyor Neyzen Tevfik ;

“Benim sevgili dinleyicilerim ve okuyucularım,

Uzun derbederlik hayatımda o kaldırımdan bu kaldırıma; o kapıdan bu kapıya; o diyardan bu diyara; Ney’im ve mey’imle bir kuru yaprak gibi savruldum. O günlerde beni sinenize bastınız, gönlünüzde yer verdiniz, kusurlarımı affettiniz.

Rica ederim, burada da müspet bir hakikat aramayınız!

Hatalarıma göz yumup, bunları hoş görünüz.

Baki hürmetler, hepinizin gözlerinden öperim…” Neyzen Tevfik…

Şu sıralar Neyzen Tevfik’in hiciv şaheseri  Azâb-ı Mukaddes adlı kitabını okuyorum.

Neyzen Tevfik, Allah’ın sıra dışı seçilmiş kullarından biridir. Yaşadığı dönemde neyin yürek yakan ilâhi nağmeleriyle musikiseverlerin gönül tellerini titreterek onları bir başka âleme sürüklemiştir. Neyzen Tevfik  tıpkı Mevlana gibi ;” Ben Allah’ın ney’iyim, o üflüyor, ben feryat ediyorum” dercesine, neyinden çıkan ilâhi nağmelerle insanları vecde getirerek coşturuyordu.

Devrinin yazarları Neyzen Tevfik’i şöyle anlatıyorlar.

Uzun zamandan beri dinlenmesi herkese nasip olmayan Neyzen Tevfik’in basına bir cemile (güzellik)  olmak üzere yaptığı taksim, musikinin bu üstat emektarının hâlâ ne ilâhi nağmelere hakim olduğunu ortaya koydu. Sadun Galip Savcı

Refi’ Cevad Ulunay da şöyle anlatıyor üstadı;

İşte şimdi sahne Neyzen Tevfik’indir. Kıvırcık beyaz saçlarıyla sanat ve deha bağının bu”kasımpatı”, elinde neyle göründüğü zaman tiyatro yıkılıyor sandık. Koca sanatkâr evvela neyle devamlı bir dem çekmeye başladı. Mevlana ;

Nây kuru, değnek kuru, deri kuru,/ O halde bu dost sesi nereden geliyor? der.

Kulisten dinliyorum: Tevfik’in feryadı neyin için yakarak yayılıyor; bu köhne kamış nasıl oldu da Neyzen’in yanık nefesiyle tutuşmadı?

Neyzen Tevfik’in hayatı derin bir kalenderlik içinde geçmiştir. Tevfik’in neyi karşısında kendini kaybetmeyen, vecd içinde hıçkırararak ağlamayan yoktur.

Doğuştan kadersiz olduğundan şikayet eden Neyzen kara bahtını şöyle anlatıyor.

Sû-i tedbirimle öyle boklaştı işim, (kötü tedbirimle işlerim kötüleşti)

Ağzıma sıçtı felek, hem de …di geçmişim. (Felek bu yüzden beni cezalandırdı)

Serseridir defter-i isyanımın serlâvhası, (İsyan defterimin başında serseri yazar)

Ben melâmet postunu kâlü belâdan seçmişim…

(Ben kötülük ruhumu ruhların yaratıldığı zaman(Kâlu belâ) seçmişim) 

Neyzen Tevfik neyiyle yaşayan bir zamandır.

Pervasız yüreğiyle taşlayan bir adamdır.

Hayat kavgasında yorulmuş bahtına küsmüş,

Hep neyiyle ağlayan , ağlatan bir adamdır…(Mehmet Özata) 27 TEMMUZ 2011