“Ya öyle mi? Hoş geldin yavrum” dedi. “Buyur gel içeriye.”
İri yarı boz bir köpek vardı kadının arkasında. Kuyruk sallayarak kendine has bir devinimle gözlerini bana dikmişti. Kadın köpekten çekindiğimi anlayınca:
“Korkma!” dedi. “Benim yanımda bir şey yapmaz. Az sonra ona elinle ekmek verirsin, alışır sana. Arkadaş olursunuz.”
Avluya girip kapıyı örttüm. Evin kare biçiminde geniş bir avlusu vardı. Girişin sağ tarafında bir kümes, onun yan tarafında ileriye doğru uzanan tek çatı altında bir yapı vardı. İlk bölümü önü açık geniş bir yufka ekmek tandırlığı, bitişiğinde önü açık bir davar ağılı, yine ona bitişik olarak ağanın tek katlı evi vardı. İlerde avlunun köşesindeki küçük yapının ağanın halka açık oturma odası olduğunu, yanındaki ikinci yapının da samanlık ve ahır olduğunu öğrenecektim sonra. Tuvalet de ahırın bitişiğindeydi. Örtme alında da başta kağnı arabası olmak üzere, bazı araç gereçler göze çarpıyordu.
Birlikte kapısı açık evin salonuna girdik. Evde bir kadın daha vardı. O bundan daha yaşlı görünüyordu. Elinde bir dikiş işi vardı. Onunla meşguldü.
“Büyükpolatlı’dan “azap” gelmiş abla. Adı da Haydar’mış” diye beni tanıttı..”
“Ya öyle mi? Hoş geldin Haydar oğlum” dedi.
“Hoş bulduk yenge dedim,” Elini öptüm.
“El öpenlerin çok olsun yavrum. Geç de otur bakalım. Yorulmuşsundur.”
Beni, içeri alan ablamın da elini öptüm.
“Çok sağ ol,” dedi.
“Siz de sağ olun,” dedim.
Geçip oturdum sedire.
“Gelin” dedi kadın. “Karnı açtır çocuğun. Sofra ser önüne. Önce karnını doyursun.”
“Tamam abla” dedi.
O sofra sermeye koyulurken Büyük abla da sözünü sürdürdü.
“Kazım Ağa dışarıda” dedi. “Gelir akşama doğru.”
“İyi,” dedim.
“Anan babangil nasıllar?”
“İyiler, selamları var.”
“Sağ olsunlar.”
“Başka kardeşlerin var mı?”
“Var yenge. Benim büyüğüm bir ağabeyim, iki tane de küçük bacım var.”
“Maşallah. Allah bağışlasın.”
“(…)”
Ablam sofrayı serdi. Bana yumurta pişirmiş, yanına da yoğurt ve pekmez koymuştu.
“Hadi yavrum,” dedi. “Çekinme, doyur karnını. Artık sen de bu evin çocuğusun.”
Yakın davranışları beni sevindirmişti. Acıkmıştım. Oturup karnımı doyurdum
O sırada içeri odadan bir kız çocuğu çıktı gözlerini ovuşturarak. Uykudan kalkmış olmalıydı. Üç dört yaşlarında görünüyordu. Bana da hoyrat hoyrat bakarak kadının yanına geldi oturdu. Kim olduğumu merak ediyordu mutlaka.
Küçük kıza gülümsedim. O göz temasını keserek başını anasına çevirdi.
“Ana bu kim?” Dedi beni işaret ederek.
“O, Haydar ağabeyin yavrum. Bundan böyle bizde kalacak.”
KAZIM AĞA
Kazım Ağa, güneş batarken bir sürü kara sığırla geldi. 25 tane öküz dört tane de inek vardı önünde.
Kapıyı açan ablam da benim geldiğim muştusunu verdi ağaya. Yüzü güldü Kazım Ağanın.
“İyi” dedi. “Bizim azap gelmiş. Hele hoş geldin” yeğenim”
“Hoş bulduk ağam” deyip elini öptüm.
“Adın ne senin?
“Haydar.”
“Babangil nasıllar?”
“İyiler, çokça selam ettiler.”
“Aleyküm selam. Getiren, gönderen sağ olsun.”
“Siz de sağ olun.”
“Babanla Sungurlu’da görüşmüştük. Sözünün eri adammış. Gönderdi seni.”
“Gönderdi” dedim.
Demek ki Sungurlu’da anlaşmışlar babamla.
Ablam ahırın kapısını açmıştı. Hayvanları içeri doldurup hepsinin de tek tek boyunlarına yularlarını takarken Kazım Ağa:
“Bundan böyle bu işleri sen yapacaksın Haydar. Bak da iyi öğren.”
“Tamam, Ağam” dedim.
Ahır genişti. Önlerinde saman olukları vardı.
İşimizi bitirip avluya çıktığımızda Kazım Ağa konuşmasını sürdürdü:
“Bundan böyle sen de bu evin bir çocuğusun. Verilen işleri iyi yaparsan, sen kazançlı çıkarsın. Ne demişler: “Yeğin at, yemini artırır,” denilmiş. Unutma bunu!”
“Unutmam,” dedim.
Aynı sözü babam da kullanırdı sık sık.
“Benim, yirmi beş tane de davarım var. Davarları köyün davar çobanı, yavrularını ise döl çobanı güdüyor. Sen sığırları güdeceksin. Akşam getirdiğinde yerlerine bağlayacaksın. Sabahleyin gütmeye götürmek için malları avluya çıkardığında, damdaki hayvanların dışkılarını kürekle gübreliğe yığacak. Altlarına da kuru gübre saçacaksın. Altları ıslak olmasın ki hayvanlar akşam geldiklerinde kuru yerde yatsınlar. Ben nasıl yapılacağını sana gösteririm. Sen de öyle yaparsın.”
“Yaparım Ağam.”
“Davar akşam yaylımdan gelince ağılına alınacak, kapısı kapatılacak. Ardından da döl çobanı kuzuları getirir. Geldiğinde onlar da yerlerine alınacak. Kuzularla koyunlar buluşturulmayacak. Yani annelerini emmeye izin verilmeyecek. Çünkü koyunlar, öğleyin köy altında derenin kıyısındaki söğütlerin altına örüme getirilir. Orada köyün kadınları kızları gider, koyunlarını sağarlar. Ardından kuzuları güden “döl çobanı” da kuzuları getirir koyunlarla kuzular buluşturulur, sağımdan sonra kalan sütü de kuzuları emer analarından. Yani her gün koyunlar örümde sağıldıktan sonra kuzulara emzirtilir. Onun dışında emzirtilmez. Bunu bilmiyorsan, bilesin diye söylüyorum.”
“Anladım Ağam. Bizim köyde de öyle olur.”
Avluda bir sürü de tavukları vardı. Onları da ağılın yanındaki kümesine tıkıp kapısını sıkıca kapattı ağa.