Bu arada yeniden tezek almak için dışarıya çıktığım da damdaki malların sesini duydum. Onlar da acıkmış olmalıydılar. Çünkü inekler mankırıyorlardı. Tezekleri eve sobanın yanına koydum.
“Ağabey malları sığıra sürmeyi unuttuk” dedim.
“İyi ki hatırlattın diyen ağabeyim, hayvanları çıkararak sığıra katmaya götürdü. Bu arada damdan tavuklarımız da çıkmıştı avluya. Onlar da acıkmış olmalı ki peşime takılıp gağıl gağıl ediyorlardı. Her sabah ben yemlerdim onları. Yem getirip serptim önlerine. Suluklarına da evden ibrikle su getirip doldurdum. Yemlerini çabucak yiyip sularını da içtiler. Her su içişlerinde nedense başlarını havaya dikiyorlardı.
Malları eğrek yerinde, sığır çobanına katan ağabeyim dönmüştü.
“Tavukları yemledim,” dedim.
“İyi” dedi ağabeyim.
10 tane tavuğumuz vardı. İki üç tanesi yumurtluyordu.
Sobayı yakıp, akşamdan kalan çorbayı ısıttık. Onu koyduk tablanın üzerine. Ağabeyim küçük bacımın çorbasını yedirdi önce. Sonra da biz karnımızı doyurup sofrayı kaldırdık.
Küçük bacılarım Karınları doyduğu için yatağın üzerinde şaklabanlık yaparak birbirleriyle oynamaya başladılar. Biz de katıldık onlara.
Bu arada Satı Nine geldi.
“Gelmediklerine göre, baban anneni Çorum’a hastaneye götürmüş olabilir,” dedi ağabeyime. “Hayırlısı olsun.. İyileşip döner inşallah.”
Yemeğimizi yediğimizi öğrenince bulaşık kapları yıkadı. Yufka ekmek suladı. Bize yine yemek yaptı sobada. Sonra:
“Ben yine gelirim” diyerek gitti.
Kuşluğa doğru dışarıda hava ısındı. Bir de zaman zaman annemin yaptığı gibi dışarıya açılan avlu kapısının yan tarafına duvarın kıyısına eski bir çul parçası serdik. İki de eski minder koyduk üzerine Bacılarımı da oturttuk üzerine. Orada oyalanmaya başladık.
Kapının önünden geçen komşular annemle babamı soruyorlardı.
“Gelmediler,” diyorduk biz de.
Derken öğle oldu. Ezan okundu. Küçüğün büyüğü:
“Ben acıktım” dedi.
Öğle yemeğinden sonra küçüğün uykusu geldi. Yatırdık yatağa
“Ağabeyim, annemin bacımı uyuturken söylediği gibi bir makam tutturarak:
“Dandini dandini dastana,
Danalar girmiş bostana.
Kov bostancı danayı,
Yemesin lahanayı.
E e e e, e yavruma e.
Uyusun da büyüsün ninni.
Tıpış tıpış yürüsün ninni…” derken uyudu bacım.
Biz de yeniden dışarı çıktık oyuna.
İkindiye doğru kalktı bacım.
Ardından akşam oldu. Köyün sığırı yaylımdan döndü. Hayvanlarımız geldi girdi avlumuza. Malları ve tavukları dama sokup kapısını kapattık. Eve çekildik. Yeniden sobayı tutuşturduk. Ortalık kararırken ağabeyim lambayı yaktı.
Satı nine bizi yokladı. Giderken de:
“Korkmayın” dedi biz bitişiğinizdeyiz.
Anamgil gelmemişlerdi. Satı ninenin dediği gibi hastanesi olan Çorum’a gitmiş olmalıydılar, diye düşündük.
Yemeği yedikten sonra bizde girdik yatağa. Küçüklere masal anlattı ağabeyim. Çok sürmedi uyuyakaldılar. Ağabeyim de lambayı söndürüp yeniden yatağa girdi. Çok sürmedi bizler de dalmış gitmişiz uykuya.
ÇİLELİ GÜNLERİMİZ
Günler böyle birbirini izlemeye başladı. Babamdan annemden bir haber yoktu. Akşamları ağlıyorduk evde. Komşu kadınlar arada bir uğruyor ekmek, yemek getiriyorlardı bize.
Günler birbirinin benzeriydi. Öyleye doğru hava ısınıyordu. Biz de kapının önüne çıkıyor, orada oynuyor, zaman geçiriyorduk. Anamdan babamdan haber yoktu. Artık evde yiyecek olarak ne buluyorsak onlarla yetiniyorduk. Yavan yaşık demedik. Kimi zaman da suda yumurta kaynattık, onu yedik. Açlık ve sefillik çok kötüydü.. Akşamları bir yatağa sokulup ayakuçlu başuçlu birlikte birbirimizin sıcağına yatıp uyuyorduk dört kardeş.
Komşumuz Satı nine arada bir yokluyor, bazen de yağda yumurta pişirip ekmeğimize dürüyordu. İştahla yiyorduk onu. Evdeki hayvanları sabah sığıra sürüyor, akşam da dama alıyorduk. Çoğu zaman aç ve sefildik.
Aradan bir hafta mı on gün mü geçti. Birdenbire babamızı bulduk karşımızda. Bacaklarına sarılıp “anamız nerde? diye ağladık. O da bize sarılıp, küçük bacılarımı kucağına alarak:
“Ağlamayın,” dedi. “Ananız ameliyat oldu. Daha iyileşmedi. Çorum’da hastanede yatıyor. İyileşince getireceğim.”
Bize düşümde gördüğüm boyalı şekerlerden getirmemişti. Şehir ekmeği somun getirmişti.
(SÜRECEK)