Akşam Yusuf’un davetlisi olduğumdan yemeği orada yiyorum. Yemekten sonra arkadaşları geliyor Yusuflara. Dört kişiler. Çelebi, Haydar, Mustafa ve Hasan. “Yüzük Oyunu” oynayacakmışız. Genelde erişkin grupları arasında kış gecelerinde, eğlenmek ve hoşça zaman geçirmek için oynanırmış. Şenlikli bir oyunmuş. Uzun kış gecelerinde nasıl zaman geçirilir ki bir eğlence bir oyalanma olmayınca. Köyde muhtar odası dışında oturulacak çayevi ya da oda yok. Gençler akranlarıyla gruplaşarak dönüşümlü olarak sırayla kendi evlerinde toplanıyor, “yüzük oyunu” oynuyor, “arapaşı” yiyorlarmış. Nasıl oynandığını ben bilmiyorum ama Yusuf:
“Oyuna sende katılacaksın. İyi dinle!” diyor.
Sonra “Yüzük Oyunu”nun nasıl oynandığını anlatıyor:
“Oyuna katılanlar iki gruba ayrılarak. Her gruptan bir kişi seçiliyor. Bir tepsiye iki fincan ters konulup birisinin altına yüzük saklanıyor.
Gruplardan seçilen kişiler yüzüğün hangi fincanın altında olduğunu tahmin etmeye çalışır. Fincanlar yüzüğü buluncaya kadar kaldırılır. Sonra yüzüğü bulan oyuncunun ekibi oyuna başlar. Tepsiye 10-12 fincan kapatılır. Birisinin altına yüzük saklanmıştır. Oyuna başlayan gruptan birisinin önüne tepsi getirilir ve yüzüğü tek defada bulması istenir. Bulamazsa sıra aynı gruptan bir sonraki oyuncuya geçer. Yüzük bulunduğunda tepside kaç fincan varsa o grubun hesabına o kadar puan yazılır. İlk açan kişi yüzüğü bulursa 20 puan alır. Yüzük saklama işi karşı gruba geçer. Ancak ilk oyuncu bulamaz da ikinci oyuncu bulursa 10 puanı karşı ekip alır. Yani ikinci hamlede yüzüğü bulmamaya gayret etmek gerekir. Önceden belirlenen 200-300 gibi bir puana ilk erişen grup oyunu kazanır. Kaybeden ekip diğer ekibe ziyafet vermek ya da başka bir isteklerini yerine getirmek durumundadır.”
Ardından Yusuf ve Haydar grubu olarak oyunu başlatıyoruz. Ben de Yusuf’un grubundaydım. Oldukça neşeli, zevkli ve çekişmeli geçen bir oyunun sonunda bizim, yani Yusuf’un grubu oyunu kazanıyor.
ARAPAŞI NASIL YAPILIR
Genel de Yüzük Oyunu’nun ardından yenilen gruptan birisi “Arapaşı” yaptırır, arapaşı şöleni verilirmiş. Ben bunu da bilmiyordum. Arapaşı’nın yapılışını da Haydar şöyle anlatıyor:
”Arapaşı’nın hazırlanışı; Arapaşı çorbası ve hamuru olmak üzere iki bölümdür.
Önce çorbasının yapılışını anlatayım. Büyükçe bir tereyağı eritilir Sonra içine un konularak rengi kahverengi olana kadar kavrulur. Diğer tarafta içinde kaynamış tavuk suyu bulunan tencereye karıştırılarak dökülür. Acı süs biberi ve salça eklenir. Haşlanmış tavuk eti de eklenerek özleşinceye kadar kaynatılır.
Hamurunun yapılışı da şöyledir. Bir kapta ılık suya konulan un karıştırılarak bulamaç haline getirilir. Daha sonra bu bulamaç, tencerede kaynayan suya yavaş yavaş dökülerek karıştırılır ve bir müddet pişirilir. Belli kıvama geldikten sonra bir tepsiye dökülür ve kalıplaşır. Hamur, baklava dilimi biçiminde birer lokmalık olarak kesilir. Sofraya konur. Tavuk çorbası ise sıcaktır. Tepsinin ortasındaki hamur dairemsi biçimde açılır. Büyük bir kâseyle konulan çorba da oraya yerleştirilir. Herkes elinde bir kaşıkla sofraya çevrelenir. Kaşığa alınan hamur, çorba kâsesine batırılıp, çorbayla birlikte çiğnenmeden yutularak yenir. Çiğneyerek yiyen, ya da hamuru kaşıktan çorbanın içine düşüren olursa, ona arapaşı yapma cezası verilir” diyor.
“Oldukça ilginç” diyorum.
Hiç yemedin mi?“ diye soruyor Hasan.
“Hayır,” diyorum.
Haydar Çelebi’ye takılıyor.
“Sil ağzının suyunu Çelebi. Arapaşı’nı yapmadık daha.”
“Ne yapsın garip,” diyor Yusuf. “Öyle güzel anlattın ki, açıkçası bizim bile ağzımız sulandı.”
“O zaman yarın akşam hep birlikte bizdesiniz” diyor Haydar. “Arapaşını hayalden değil, gerçekten yiyelim”
“Hay çok sağ olasınız,” diyor Yusuf.
Bu arada Yusuf’un annesinin demlediği çayı Yusuf bardaklara doldurup dağıtıyor. Çaylarımızı yudumlarken söyleşi de konudan konuya atlayarak sürüyor.
Gerçekten ertesi akşam da Yusuf’la birlikte Haydarlara gidiyoruz. Önce yine yüzük oyunu oynuyoruz. Ardından da “Arapaşı” geliyor. İlk kez tadıyorum arapaşını. Hoşuma da gidiyor. Tüm hüner kaşıkla aldığımız hamuru tavuk suyuna daldırıp çiğnemeden yutmakta. Biz de kuralına göre yiyoruz. O gece eğlenceli oyun ve arapaşı şöleninin, sıkıntılar içinde geçen yaşamıma ayrı bir renk ve tat kattığını söylemeliyim. Felekten bir gece çalmak deyimi bu ve buna benzer şenlikli oyunlar ve eğlenceler için söylenmiş olmalı.
KIŞIN YOLCULUK ZORDUR
“16 Aralık 1961, Cumartesi.
Sırtımda doğru dürüst bir elbisem yok. Yeni diktirdiğim elbisemi ve bazı gereksinimlerimi almak için Sungurlu’ya gideceğim. Ama gece 25-30 cm. kar yağmış. Yine de vazgeçmiyorum gitmekten. Karda bir buçuk saat yürüyerek Ankara yoluna iniyorum. Dört saat araba bekledikten sonra bir yük kamyonunun tepesine biniyoruz Sarıkaya köyü muhtarıyla. Öğle sonu Sungurlu’ya indiğimizde donmak üzereyiz. Bazı gereksinimlerimi ve elbisemi aldıktan sonra o gece Sungurlu’da bir otelde kalıyorum.
17 Aralık Pazar sabahı kalktığımda, sulusepken bir yağmur sürpriziyle karşılaşıyorum. Karı büyük oranda eritmiş. Ama köye dönmek zorundayım. Köy yoluna kadar bir Ankara otobüsüne biniyorum.
Alembeyli de araba durup indiğimde, açıkçası düş kırıklığına uğruyorum. Yağmur, burada daha şiddetli; bardaktan boşanırcasına yağıyor. Ne şanstı bendeki de. Şimdi ne yapacağım? diye düşünüyorum.
(SÜRECEK)