1973 yılında, iki erkek çocuğumuzdan sonra bir de kızımızın olması mutluluğumuz daha da arttırdı. Ona da Gülcan adını verdik. Beş nüfuslu bir aile olmuştuk
1978 yılında son beşiğimiz, bir kızımız daha oldu. Ona da annemin adını koyduk, Firdevs dedik. Çocukları, iki kız iki oğlan olarak dörtlemiştik. Ekonomik yönden pek sıkıntımız olduğu söylenemezdi. Kendi yağımızla kavruluyor; mutlu bir aile düzenimizi sürdürüyorduk
1987 yılında babam vefat etti. Ardından üç yıl sonra da 1990’da annemi yitirdik. Mekanları cennet olsun.
OĞLUM KADİR’İN ŞEHİTLİĞİ
Oğlum Kadir, ilkokulu Mamak’ta Yahya Kemal İlkokulunda okudu. Ortayı Mamak Ortaokulunda, liseyi de Abidinpaşa Meslek Lisesinde tamamladı. Daha sonra 1988 yılında başvurduğu Astsubay adaylığı sınavını kazandı. Ankara Güvercinlik Jandarma Okuluna gitti. Dokuz ay da orada Astsubay Hazırlamada okudu. 1989’da Astsubay olarak mezun oldu.
Atatürk Türkiye’sinin Türk Silahlı Kuvvetlerine asker olarak katılan oğlum ülkemizin salt dış düşmanlara karşı değil ülke içindeki huzur ve düzen bozucu, yasa dışı, kişi ve gruplara karşı da halkımızı ve ülkemizi savunacaklardı. Onlar, hem ülkemizin, hem de bizim onur ve gururumuzdu. Her Türk askeri ülkemizin savunmasında, ulusumuzun rahatı ve huzuru için atalarına layık olarak görev yapacak; bizler de onlar sayesinde bu topraklar üzerinde bağımsız ve özgür olarak huzur içinde yaşayacaktık.
İlk görev yeri, Denizli Babadağ ilçesiydi. İki yıl orada görev yaptı. 1991’de Erzurum Şenkaya Kömürlü nahiyesine atandı. Aynı yıl 1991 de Kadir’i İskilip Kozveren köyünden gelme Aliye adında bir kızla evlendirdik. İki yıl Şenkaya Kömürlü’de hizmet verdi. Bu arada 1992’de bir erkek çocukları oldu. Adını Yasin koydular. 1993’te Kilise nakledildi. İki yıla yakın da orada karakol komutanı olarak görev yaptı.
“Kader hiç durmadan örüyorken ağlarını;
Kişi bilmez ne getirir kendisine yarını.”
Günlerden 5 Haziran 1994. Bu tarihi hiç unutmuyoruz. O gün bizler için kara bir gündü. Saat 15:00. Evin telefonu çaldı acı acı. Birden içim titredi yüreğim çarpmaya başladı. Saniyenin binde biri kadar bir zaman diliminde bu telefonun hayra alamet olmadığını söyledi içimdeki ses. “Hayırdır inşallah!” dedim. Arayan, kendisinin Gaziantep Jandarma Alay Komutanı olduğunu söyleyince, korku ve endişem yüreğime sığmaz oldu.
“Oğlunuz kaza geçirdi, yaralı…” dedi karşıdaki ses. Korktuğuma uğramıştım. Birden dünya başımıza yıkıldı sandım. Çevre yanım zindana kesti. Hiç inanamadım Kadir’in sağ olabileceğine. “Öldü,” dedim “öldü! Ölmemiş olsa siz burayı aramazdınız.”
Ötesini hatırlamıyoruz. Kızılca kıyamet koptu evde.
O gün eşimle, dünürümüz, gelinimizin babası ve anasıyla birlikte saat 17:00’da, dayanılmaz sonsuz bir acı içinde yola çıkıp Gaziantep’e doğru hareket ettik. racımızı komşumuz aslen Çorum Çıkrık köyünden olan Hüseyin Helvacı kullanıyordu. Ölmemiş olması, yaralı da olsa, sağ olarak bulmamız için Allah’a dua ediyorduk. Zaman geçmiyor, yollar bitmiyordu. Sabah, saat 03.00’da Kilis’e vardık. Ne yazık ki hastane morgundaydı cesedi; çoktan ölmüştü kadersiz Kadir’im. Kilis-Suriye yolunda trafik kazası geçirmiş, orada ölmüştü.. Dedim ya, adı Kadir olmuş neyleyim. Kaderi kader olmadıktan sonra.
O gün Kadir’in cenazesi, eşi ve çocuğuyla birlikte saat 11:00’da yola çıktık. Gece 12.00’da Ankara’ya geldik. GATA’nın morguna konuldu Kadir’imin cenazesi. Sabahleyin de askeri törenle sonsuz istirahatgahına defnedildi. Ne değin ağlasak, sızlasak, kendimizi yerden yere çarpsak da Kadir’imizi geri getiremezdik. O gitmişti bu dünyadan. Bu acı, sözle anlatılamaz, ancak yaşayanlar bilir bunu. Allah, hiç kimseye evlat acısı vermesin.
Evlat acısını da şiir diliyle şöyle dökecektim dizelere.
(SÜRECEK)