Arif ağanın yanındaki azaplığımı da tamamlayınca döndüm köyüme. Artık yetişkin bir delikanlıydım. Yaşım 17’i bitirmiş, 18’e basmak üzereydim. Çocukluğum ve yeni yetmeliğim azaplıkla azap içinde geçmişti.
1961 yılının Kasım başında köyümüze ikinci öğretmen olarak Muzaffer Gündoğar geldi. Önceki öğretmen Fikri Çelikok, Ispartalıydı ve yedek subay öğretmendi; geçen yıl gelmişti. O, okuldaki öğretmen odasında kalıyordu anasıyla birlikte. Bizden birkaç yaş büyüktü. Biz Muzaffer Öğretmenle daha çabuk kaynaşmıştık. Köyümüz ilk görev yeriydi. Bizim emsalimizdi. Henüz 18’ine yeni basmış, sakalı bıyığı bile çıkmamış; köylü adını Tıfıl Muallim koymuştu. Okul müdürlüğünü Milli Eğitim ona vermişti.
Muhtarın yanında Köy urulu üyesi olan Yusuf Başer; dayısının odasını tutup oraya yerleştirmişti Muzaffer Öğretmeni. Yusuf bizden üç dört yaş büyüktü. Askerliğini bitirip geçen yıl dönmüştü. Bizimse askerliğimize daha zaman vardı. Önümüz kıştı. Havalar da soğuyordu. Muhtarın izniyle, üç arkadaş eşeklerimizle köyün uzağındaki ormana gidip Muzaffer Öğretmene altı eşek yükü odun getirdik. Baltalarla kıyıp sobalık yaparak odasının bir köşesine yerleştirdik. Böylece onu soğuktan kurtarmış olduk. Çünkü biz odunu getirdikten sonra kar yağmış havalar iyice soğumuştu. Muzaffer Öğretmenin kaldığı oda çok büyüktü. Kolay kolay ısınmıyordu. O yıllarda da çok kış oluyor, çok kar yapıyordu.
Akşamları, zaman zaman Muzaffer Öğretmeni yokluyor, onu yalnız bırakmıyorduk. Aynı emsal olduğumuz için, onunla çok iyi anlaşıyorduk. Sözü, söyleşisi yerindeydi. Bize okumamız için öykü ve romanlar da verirdi. Ama biz onunla söyleşmekten, onun anlattığı öyküleri dinlemekten zevk alırdık. Muzaffer Hocanın yanına giderken de köyümüzün yegane bakkalı Abdullah Yaramış’tan bisküvi ve çerez alırdık. O da bize çay demler, sigaralar da yakılır, koyu bir söyleşiye dalardık.
O uzun kış gecelerinde bazen Yusuflarda, bazen de bizim evde bir araya gelip, yüzük oynadığımızı ve arapaşı yapıp yediğimizi anımsıyorum. Güzel günlerdi o günler. Delikanlılığın o tozpembe düşlemli günlerini geri getirip yeniden yaşamak olası değil ki. Ancak anıları anımsandıkça tatlı bir sızı gibi titretir yüreğimizin en ince can tellerini.
Benim unuttuğum birçok anıyı Muzaffer Öğretmen unutmamış. Aradan yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine karşın, o anıları yeni yaşanmış gibi nasıl da yazmış böyle. Şaştım kaldım doğrusu.

İKİNCİ BÖLÜM

ASKERLİĞİM
O yılın yaz tatilinde 1962 yılının 24 Temmuz’unda askere alındım. Acemi birliğim Sivas’tı. İki aylık acemi eğitimi sonrasında Kayseri’ye dağıtım olduk. İki ay Temel Eğitimi gördükten sonra, Kayseri Silah İhtisas Taburuna gönderildim. İki ay da orada kaldıktan sonra dağıtımda Sarıkamış çıktı şansımıza. Oraya vardıktan sonra da soğuk kış mevsimine girmiştik. Oradaki dağıtımda da 30. Piyade Alayı, 3. Bölüğe verildim.
Biz orada askerlik görevimizi sürdürürken bölük komutanı beni çağırarak:
“Dosyana Sivas’ta “Çavuş adayı” diye yazmışlar” dedi. “Hazırlan, sizi sınavdan geçireceğiz” dedi.
Önce onbaşı olduk, onbaşı rütbesini taktılar kolumuza. Ardından altı çavuş adayı sınava girdik. Üç kişi kazanmışız sınavı. Ardından Çavuş kursuna gönderildim. Üç ay kurs görüp; kurs sonu sınavını da kazanarak, bölüğümüze “çavuş” olarak döndüm.
O zaman yedek subay olarak askere alınan üniversite mezunları asteğmen olarak askerliklerini yapıyor, teğmen olarak terhis ediliyorlardı. Bizim asteğmen de Çorumlu hemşerim çıktı: Ünal Akkaya.
Onunla ilişkimiz iyiydi Evini de getirmişti Sarıkamış’a. Evinin odunlarını kırmak için zaman zaman asker götürürdüm evine.
20 ay da Sarkamış’ta mutfak ve depo çavuşu olarak görev yaptıktan sonra 24 ay, yani, iki yıllık askerliğimi tamamlamak üzereydim. Birden kafamda uzman çavuş olarak askeriyede kalmak düşüncesi doğdu. Çünkü böyle bir olanak sağlıyorlardı o zaman bize. Benim için kestirmeden bir meslek sahibi olma ve ekmek kapısı bulmaydı bu. Bu düşünce beynime iyice yerleşti.
Bölüğümüzün ikinci subayı hakim teğmenine giderek:
“Ben bölükte uzman çavuş olarak kalmak istiyorum” dedim.
O da:
“Çok iyi düşünmüşsün” dedi. Kestirmeden bir meslek sahibi olursun. Köy yerinde sürünmekten de kurtulursun. Yarın sana alaydan bir form getireyim de onu doldur, bana ver. Bir an önce işlemlerini tamamlayalım.”
Bölüğe varınca bu niyetimi arkadaşlarıma açtım. Onlardan “İyi yapmışsın. Çok iyi olur,” demelerini beklerken; onlar hiç de hoş karşılamadılar bu düşüncemi.
“Ne yapacaksın askeriyede. Sürekli emir altında olacaksın. Teskere alıp, sivil hayata geçtiğinde mutlaka bir iş sahibi olursun. Vazgeç bu akıldan,” diye beni bu düşüncemden caydırdılar.
Hakim teğmenime giderek:
“Düşündüm de, teskere bırakıp uzman çavuş olmaktan vazgeçtim komutanım” dedim.
O:
“Geleceğin açısından çok iyi olacaktı Haydar Çavuş. Senin için hazır meslekti. Gün gelecek, vazgeçtiğin için çok pişman olacaksın” dedi.
Gerçekten de sonradan askerde teskere bırakmadığıma çok pişman oldum. Demek ki daha çekecek çilelerimiz varmış. Ne derler: “Akılsız kafanın cezasını sefil taban çekermiş.”
(SÜRECEK)