Satılmayan mallarla akşam geç zaman köye doğru dönüyor; köyün altındaki çayırlığa getiriyoruz hayvanları, Ağa, evine gidiyor. Ben hayvanlarla çayırlıkta kalıyorum. Açlıktan ve yorgunluktan ayakta duracak halim yok. Hayvanlar yattıktan sonra ben de ekmek çantamdaki azığımla açlığımı bastırmayı düşünüyorum. Azığı açar açmaz da mide bulandırıcı ağır bir kokuyla içim dışıma çıkacak gibi oluyor. Ablam azığıma yumurta kaynatmış koymuş. O da akşama kadar yazın sıcağında kokmuş, iğrenç bir durum almış. Yiyemiyor, aç kalıyorum. Kadersizliğim, sahipsizliğim, insan yerine konulmamam ve köle gibi kullanılmamın verdiği eziklik, çaresizlikle ve perişanlıkla isyanım arttıkça artıyor. Öfkem içimde dağ gibi büyüyor, sığmıyor yüreğime. Sabaha kadar hem açlıktan, hem yorgunluktan, hem de öfkeden doğru dürüst uyuyamıyorum
Sabah oldu, güneş doğdu. Karnım zil çalıyor ama her sabah güneş bir mızrak boyu yükselmeden küçük ablam tarafından getirilen azığım o gün gecikiyor. Kızıp öfkeleniyorum. Karar veriyorum. Getirilen azığı yemeyecektim. Küstüm, kırıldım iyice. İnadım inat. Açlıktan ölecek değilim ya.
Bir süre sonra baktım, küçük ablam yukarıdan geliyor. Bana azık getiriyor. Geldikten sonra azığımı açarak:
“Gel yavrum,” dedi. Biraz geç oldu ama anca toparladık sağı solu. İyice acıkmışsındır. Gel de yemeğini ye, karnını doyur.
“Yemem,” dedim. “Ben küstüm. Dün yumurta koymuşsun. Sıcakta kokmuş, yiyemedim, aç kaldım. Getirdiğini de yemiyorum. Ekmeği geri götür.”
“O nasıl söz yavrum? Olur mu hiç öyle şey. Üzüldüm aç kalmana. Gel de ye şu yemeğini.”
Oldukça kırgındım.
“Yemem,” dedim.
Ablam ne kadar yalvardıysa da dönüp bakmadım azığıma. Küsmüş, inatlaşmıştım bir kere. Açlıktan ölsem de yemeyecektim.
“Yemiyorum,” dedim.
Ablam, ağlamaya başladı. Çocuğu olmayışının, olan çocuklarının da ölmesinin etkisiyle zaten yüreği yaralıydı kadının. Dayanamadı; ağlamaya başladı. Benim de içim bulgur kazanı gibi kaynıyordu zaten. Ben de başladım ağlamaya. Ama yine de yemedim.
Ablam ekmeği bırakıp ağlayarak köye döndü. İnatlaşıp yememekle ne kazanacaktım. Ekmeği yemekten başka çarem var mıydı? Ve ben yine o ekmeği, yemek zorunda kaldım. Ablamı üzdüğüme sonra çok pişman oldum. Onun ne suçu vardı ki? Aradan altmış yıl geçmesine karşın, bu yanlış tavrımı unutamam. Aklıma geldikçe, ona şimdi bile içimin acıdığını duyumsarım. Benim tepkimin muhatabı o değildi ki. Aslında bu tepki, öncelikle beni bir köle gibi ağaya kiralayan aileme, sonra da ağaya karşı idi. Ezilmişliğimin, garipliğimin, yorgunluğumun ve açlığımın çocukça dışa vurumu ablama denk gelmiş, onu çok üzmüştüm. İnşallah bana hakkını helal etmiştir.
Kimi zaman da Kazım Ağa, Ankara yönüne götürürdü malları satmak için. Çerikli Tren İstasyonu köye 40 kilometreydi. Yine hayvanların büyük bir bölümünü önüme katmış; yine Ankara yolunu izleyerek Çerikli yoluna düşmüştük Kazım Ağayla. Oraya, 8-9 saatte varırdım yürüyerek. Kazım ağa o yöne giden arabalardan birine binerek benden önce gitmiş olurdu. Beni Çerikli Tren İstasyonunda karşılar, hayvanları tren vagonuna bindirirdik. O Ankara yönüne giderken; ben de eşek üstünde köy yoluna düşerdim,.
Güz gelip havalar serinlemeye başlayınca akşamları köye dönerdim. Köyde, odada kalırdım yine. Sabahleyin de köyün imamından önce kaldırılırdım. Ortalık daha alaca karanlıktır. Eşeğe sarılmış olan çam senekleri (bardakları) doldurup eve getirmek için köyün bir kilometre uzağındaki çeşmeden su getirme işim güzden bahar sonuna kadar sürerdi yine. Çeşmenin başındayken sabah ezanı okunurdu. Güneş doğuncaya kadar üç dört kez dönmüş olurdum. Her bir senek 20 kilo geldiğinden gücüm yetmez, çok yorulur, ter su içinde kalırdım.
İlkbahardan son güze kadar, kimi zaman, Sungurlu pazarına, kimi zaman da Çerikli Tren İstasyonu’na mal taşımışımdır üçer dörder kez. Kimi zaman da köy köy dolaşarak köylerde mal satar olmuşuzdur. Hayvan sayısı hiçbir zaman ondan aşağı düşmemiştir önümde. Eksilen hayvanların yerine Kazım Ağa hep yenilerini getirmiştir. Onun işi üçe alıp, beşe satmaktır her zaman.
Kazım Ağanın yanında 1955 yılının ekiminde başladığım azaplığım tam üç yıl sürdü. Orada acı zulüm tam üç yılı tamamladım. Kazım Ağanın kapısındaki azaplığım 1958yılının haziran ayında sona erdi.
(SÜRECEK)