Küçük abla da kalkmış avludaydı.
Ağayla birlikte çıktık avludan. Eşeğin yularından tutmuş önden yürüyordu. Yamaçtan aşağı inip köyden çıktık. Dereyi geçip, karşı yamacı çıktık. Güneşin doğmasına çok zaman vardı daha. Tahminen on dakika yürüdükten sonra bir pınara vardık. İki kurnası vardı. Suyu da gürdü.
“İşte içme suyumuz bu” dedi ağa. “Her sabah bu pınardan taşıyacaksın içme suyumuzu. Üç dört kez döndü mü tamamdır.”
Bardakları indirip, sularını doldurarak, yeniden sardı semerine.
Bu sırada bizim gibi su almaya gelenler oldu. Kazım ağayla selamlaştılar. Beni sordular.
“Benim azabım” dedi.
Ardından bana dönerek:
“Hadi bakalım Haydar. Bunları götür bırak,. öbür boş çam senekleri sar getir. Yolda oyalanma, çabuk gel.” Diye sıkıca tembihledi.
“Tamam ağam” dedim. Ardından da eşeğe “deh” dedim. Hayvan yiğit, ayağı da çabuktu. Eşeğin ayağına göre yürümek için seri hareket etmek gerekiyordu. Çabucak vardık eve.
Küçük ablamla su dolu çam senekleri indirdik, boş olanları yükledik. Yeniden pınar yoluna koyuldum.
Yeniden çeşmeye vardım. Su almaya gelenler artmıştı.
“Aferin” dedi ağa. “Çabuk geldin.”
Derken üçüncüde birlikte döndük ağayla. Su dolu çam senekleri indirdik.
Bu arada da ortalık iyice aydınlanmıştı. Güneş doğuda, uzaktaki bir dağın üzerinden kendini gösterdi.
“Suyun yolunu öğrendin Haydar. Bundan sonraki sabahlarda suyu sen getireceksin artık” dedi.
“Getiririm” dedim.
Sofra hazırdı. Hep birlikte yemeğe oturduk. Bulgur çorbası pişirmişlerdi ablalar. Soğan ve çökelek eşliğinde karnımızı doyurduk.
Sonra kalkıp ahıra gittik ağayla. Hayvanların yularlarını başından çözerek avluya çıkardı. En uç köşede bağlı olan ağanın doru atı kişnemeye başlamıştı. Ağa atının yanına vararak:
“Acıktın mı oğlum?” diye atın sağrısını okşadı. At onun dilinden anlıyormuş gibi devinerek ve burnundan pofuluyarak yanıt verdi. Sonra, samanlıktan heyle saman getirip önündeki oluğa doldurdu. Samanın üzerine de bir teneke kutu içinde arpa getirip koydu. At, sesli bir biçimde yemeye başladı.
Ardından bir kürek kendi aldı, bir kürek de bana vererek:
“Haydi bakalım” dedi “Bugün hayvan dışkılarını birlikte temizleyeceğiz. Benim yaptığım gibi yapacaksın. Yarın sabahtan itibaren de bu işi sen yapacaksın. Atı yemleyip samanlamak da senin görevin.”
“Tamam” dedim
Dışkıları kürekle alarak karşı duvarın kıyısındaki, önceden yığılmış olan hayvan gübrelerinin üzerine kürekle fırlatmaya başladı. Ben de gücüm tam yetmese de onun gibi yapmaya çalıştım. Hayvanlar sabaha kadar hem sidiklemiş, hem de dışkılamışlardı. Hayvanların yattıkları yerlerini iyice temizleyip, ayrı bir bölümden de kuru gübre saçtık temizlenen yerlere. Böylece altlarını kurulamış olduk. İşimiz bitince dışarı avluya çıktık.
Azığım da bezden yapılmış askılı bir ekmek torbasının içine konmuştu. Alıp omzuma astım. Eşeğin semeri sırtından alınmış, o da katılmıştı hayvanların arasına gütmem için.
“Bu gün ben de geleceğim seninle” dedi Kazım Ağa. “Hayvanları güdeceğin semtleri, yerleri göstereyim; hem de diğer çoban çocuklarla tanıştırayım seni. Yarın sabahtan itibaren de hayvanları gütmeye kendi başına gidersin.”
“Tamam, ağam” dedim.
Avlu kapısını açıp çıkardık hayvanları. Bayırı indik. Bir iki adama rastladık. Kazım ağayla selamlaştılar. Beni sordular.
“Benim yeni azap” dedi.
Köyün kıyısındaki küçük dereyi geçtik.
“Hayvanları bu derede sularız” dedi ağa.

ÇOBAN ARKADAŞLARIM

Köylünün çoğu erkence kalkıp harmanına
varmıştı. Çalışma sabahın erken saatlerinde başlamıştı. Kazım ağa karşılaştıklarını selamlayıp, beni merak edip soranların da meraklarını gidererek indik aşağılara doğru. 15-20 dakika sonra dere boyundaki geniş çayırlığa vardık. Burası otları hala yeşil olan geniş bir otlak gibiydi. Çünkü çayırlığın üst başından bir kaynak suyu çıkıyordu.
Dere kıyısında iri gövdeli söğüt ağaçları vardı. Hayvanlar yiyeceği kadar da ot vardı yine. Onlar da hemen giriştiler ot yemeye.
Çok sürmedi. Köy tarafından önlerinde sekiz on hayvanla iki çocuk daha geldi. Benim yaşlarımda olmalıydılar. “Bu kim ola ki” dercesine merakla bakıyorlardı bana.
“Gelin bakalım çocuklar” dedi ağa. “Sizi tanıştırayım. Bu benim azabım Haydar.
Çocuklar güler yüzle gelip:
“Hoş geldin kardeş” diyerek elimi sıktılar.
“Hoş bulduk” dedim.
Esmer, ince yapılı olanı:
“Ben Hüseyin” dedi.
Öbürü bedensel olarak daha toplucaydı. Benim gibi arık değildi.
“Ben de Bekir” dedi.
Ağa:
“Çocuklar, Haydar buraların yabancısıdır. Çevreyi tanıyıncaya kadar ona yardımcı olun. Arkadaş arkadaş geçinin. Haydar size emanet. Ben gidiyorum. Hayvanları da iyi güdün, iyi sahip olun onlara!” dedi.
“Gözün arkada kalmasın Kazım emmi” dedi çocuklar. Haydar artık bizim arkadaşımız.
Ben de:
“Sen merak etme ağam. Hayvanlara iyi bakarım.” dedim.
Kazım ağa köye yukarı vurdu gitti. SÜRECEK