Dünkü yazımın girişinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinden yola çıkarak;

“Mademki ‘kendimizi Avrupa’da görüyoruz’ denildi… O halde AB kararlarında Türkiye için neler denilmiş neler istenmiş, yani AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler hangi aşamaya ulaşmış, bir bakalım…

Ve de AB raporlarında Türkiye için nasıl bir ‘sicil’ tutulmuş, bir görelim…” demiştim.

***

2016 İlerleme Raporu:

AB’nin Türkiye için hazırlayıp oybirliğiyle kabul ettiği bu rapor, 9 Kasım 2016 günü yayınlanmıştı.

Ve raporda, olumlu gelişmeleri örtecek ölçüde ağır eleştiriler yer almıştı.

-Yüksek mahkemelerin yapısındaki aşırı değişikliklerin ciddi endişeler yarattığı, Avrupa standartlarına uygun olmadığı…

-Terörle Mücadele Kanunu'nun kapsam ve tanımının Avrupa müktesebatı ile uyumlu olmadığı, uygulamada ciddi endişeler yarattığı…

-OHAL uygulamalarından endişe duyulduğu...

-Tutuklamalarda evrensel hukuk ilkelerine uyulmadığı...

-Yargı bağımsızlığının çiğnendiği...

-Kuvvetler ayrılığı ilkesinin fiilen ortadan kalktığı...

-Basın ve ifade özgürlüğünün yok edildiği, medyanın baskı altında olduğu...

-Yasalar ve uygulamaların AİHM içtihadıyla uyumlu olmadığı...

Yani genelde temel hak ve özgürlüklerin tahrip edildiği, demokratik hukuk devletinin ağır yaralar aldığı ağır bir dille ifade edilmiş, “ilişkileri dondurma” mesajı verilmişti.

Nitekim Avrupa Parlamentosu, 24 Kasım 2016 günü Türkiye ile müzakerelerin durdurulmasına karar verdi. Hem de ezici bir çoğunlukla...

Ama Türkiye'den sert tepkiler gösterilmiş, “Hiçbir hükmü yok” denilmişti.

***

AGİT’in 17 Nisan 2017 günlü raporu:

16 Nisan 2017 referandumuyla ilgili, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) tarafından hazırlanan raporda, referandum sürecinde ve oylamasında hukuksuzluk var denildi.

AKPM’nin 25 Nisan 2017 günlü raporu:

AGİT raporunun hemen ardından, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından hazırlanan bu raporda, Türkiye için yeniden “denetim süreci”, ya da diğer adıyla “izlenen ülke” kararı alındı.

Aslında Türkiye 1996'da denetim sürecine alınmış, 2004'te çıkarılmıştı.

“Denetim süreci” 1990'lı yıllarda oluşturuldu. Amacı, hem üye hem aday ülkelerde “demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü” gibi değerleri tesis etmeyi amaçlayan ve denetleyen bir uygulamadır.

AKPM’nin bu raporuna o günlerde, iktidar cephesinden ve muhalefet cephesinden büyük bir tepki gösterilmişti.

“Tanımıyoruz bu kararı” denildi.

“Şiddetle kınıyoruz” denildi.

“Basiretsiz tutum” denildi.

“AKPM'ye yakışmadı” denildi.

“İlişkileri gözden geçiririz” denildi.

Ve de “Siyasi bir karar, siyasi bir operasyon” denildi.

Denildi ama 21 Ekim 2020 günlü AKPM’nin yeni raporunda, Türkiye için 2017’de alınmış “izlenen ülke” konumuna devam kararı verildi.

***

Elbette Türkiye için her rapor, bir öncekini aratacak ölçüde ağır olmuştur.

Ama yapılan bu tespitler, bu eleştiriler 1998'den bu yana her raporda yer almıştı.

Ne yazık ki, 1998'den bu yana yazılan bu raporlar asla dikkate alınmadı. Hamaset edebiyatıyla üzerine yatılır olundu.

Nitekim 2016 raporuna karşı gösterilen tepkide;

“Önyargılı, sübjektif ve gerçeklerden uzak eleştirilerin, tarafımızca kabulü mümkün değildir” denildi.

Ve de yukarıda da belirttiğimiz gibi “hiçbir hükmü yok” denildi.

Önceki yıllarda “bu raporları çöpe atarız” bile denilmişti.

Oysaki bu eleştiriler, Türkiye'de büyük bir kesim tarafından da paylaşılmıştı.

***

Olaya bir de başka açıdan bakalım:

AB, küresel kapitalist sistemin Avrupa kanadıdır. Küresel sistemin koruyucusu NATO'nun merkezidir. Burjuva devlet kültürünün doğum yeridir.

Türkiye kendini hep Batılı gibi görmüş, böyle bir sistemin içine bu olguları bilerek girmek istemiştir. Bugüne kadar mecliste yer alan hiçbir siyaset de buna ‘hayır’ dememiştir.

Ama Türkiye için tutulan “sicil” bu olmuştur.

Çünkü AB'nin de aday ülkelerden istediği kriterler olmuştur ve de olacaktır.

Sonuçta “Kendimizi başka yerde değil Avrupa’da görüyoruz” deniliyor ise bu kriterler paylaşılmalı, gereği yerine getirilmelidir.

Ya da AB kapılarında kapıkulu gibi beklenmemeli, içeriye hamaset yapılmamalıdır.