Arıları ve sinekleri bir şişeye koymuşlar.

Şişenin taban tarafını ışığa doğru, açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştirmişler.

Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru üşüşmüş ancak şişenin tabanının kapalı olması nedeniyle, doğal olarak dışarı çıkamamışlar.

Bu arada sinekler de karanlık tarafı olan şişenin ağzına doluşup, o karanlıkta dışarı çıkıp, kaybolmuşlar.

Ağzı açık olan şişenin karanlık tarafına doğru tek bir arı gelmemiş. Hepsi şişenin aydınlık yönünde, çıkış yolu arama çabalarına devam etmişler.

Çünkü arıların karanlıkla işi olmaz; aydınlığı, ışığı seven canlılardır arılar.

Ayrıca nerede, ne tür çiçek ile besleneceğini bilen, yüzlerce kovan arasında kendi kovanını bulan ve o kovanın yüzlerce peteği arasından kendi peteğine yumurtlamayı hiç şaşırmadan uygulayabilen, kararlı, azimli, ilkeli bir canlı türüdür arılar.

… …

Siz şimdi; “Madem arılar bu denli olağanüstü özelliklere sahip bir canlı türü, o zaman niye, çıkış yolunu bulamıyor?” diye düşünmüşsünüzdür büyük bir olasılıkla.

Öyle düşünmeyin; şöyle düşünün…

Işığa doğru yürüyen canlıların önünde her zaman bir engel vardır.

Işık, arıların vazgeçilmezi olduğu için; önlerindeki engelin azameti ne olursa olsun, ışıktan, aydınlıktan vazgeçmezler.

Bu özelliklerinin dışında asıl ve çok daha önemli olan asıl özellikleri; arılar olmazsa, insan yaşamı da olmayacağı gerçeğidir.

Arıların yok olduğu gün, yaşam durur, insanlık da yok olur.

… …

Oysa sinekler, karanlık dünyanın yaratıklarıdır.

Aydınlıktan ziyade; karanlığı seven, asalak, pis ve iğrenç yaratıklardır.

Şişenin ağzının karanlığa bakmasının onlarca hiçbir önemi yoktur. Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak varlıklardır.

Nerede leş varsa, nerede karınlarını doyuracak yiyecek görürlerse; sinsice onun çevresinde dolanır, dururlar.

Kovalanınca, kaçarlar ama sonra tekrar yılışık yılışık dönerler kovalandıkları yere..

Yemeklerinize, kollarınıza, saçınıza, başınıza tünerler, yapış yapış…

Pis ayaklarıyla ezerler; yaşadıkları ve de yaşadığımız her yeri...

… …

Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar.

Oysa sinekler hemen her yere yumurtlar, her yerde ürerler. Çöplüklerde, tuvaletlerde, bataklıklarda… Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin hiç önemi yoktur.

* * *

Bu “Arılar ve sinekler” öyküsünü; sözü şuraya getirmek için anlattım.

Bir, üretmeyi, bulmayı, keşfetmeyi ve yaratmayı ilke edinen, bunu insan olmanın gereği sayan insanlarımız var.

Bir de hiçbir şey üretmeden; üreten insanların sırtından geçinen, insanları kullanmayı marifet sayan insanlarımız…

Uslamlama (muhakeme) yeteneğinden yoksun,”diplomalı / diplomasız cahil insanları kullanan”, sömüren asalak insanlar…

Çıkarları gereği tutucu ve de gerici,

Kapasiteleri gereği bilim ve fen karşıtı;

Miskin, uyuşuk, asalak (AMA UYANIK);

Kovsan, itelesen bile dönüp gelip, tekrar nemalanacağı saftirik insanlara yapışan insanlarımız(!) var…

Tıpkı sinekler gibi.

Yapış, yapış…

* * *

Arılar ve sinekler öyküsüyle; sömüren ve sömürülen iki ayrı güruhu betimledim.

Bu yazıyla ilgili son sözlerim de şunlar olacak.

Tabii anlayana…

Sinek değil arı olacaksın.

Karanlıktan değil, aydınlıktan yana olacaksın.

Akıllı olacaksın.

Salt tüketen değil, tükettiğinin üzerinde üreten olacaksın.

Bunun için de; hurafelerle değil, bilimle, fenle uğraşacaksın.

Yaşadığın her olaydan ders çıkaracaksın.

İşte yaşadığımız son “covid 19” olayı…

Bu covid 19 virüsünden, aklını bozduğun hurafeler kurtarıyor mu seni?

Kurtarmıyor.

Peki, ne kurtarıyor seni ve de insanlığı?

Bilim kurtarıyor.

Demek ki neymiş.

Ulu Önder Büyük Atatürk’ün dediği gibi “en hakiki mürşit ilim”miş…

Sen de, siz de hepimiz de; önce bilim deyip, bilime sarılacağız.

Tüketen değil, üreten olacaksın /olacağız.

Bilimsel eğitim veren okulların olacak, laboratuvarların olacak, dört dörtlük donanımlı sağlık tesislerin olacak, branşlarında (gerçek anlamda) uzmanlaşmış sağlık personelin olacak.

Yaşadığın toprakların değerini bilecek, bu verimli toprakları iyi kullanacaksın.

Önce halkın, sonra dünya insanlığı için çalışacaksın.

Sinek değil arı olacaksın, arı…