Yağmur yağıyor,

Seller akıyor.

Arap kızı

Camdan bakıyor.

Kaç tane Arap ülkesi var; sayısını bilmiyorum. Aslına bakarsan merak etmediğim için öğrenmek te istemedim. Başka ülkeler, irili ufaklı farklı dilleri, lehçeleri konuşan; farklı dinsel inançları olan; kısacası farklılıkları olan topluluklardan oluşur. Oysa Arap ülkeleri gücü olan farklı ailelerden kurulmuştur.

Arap ülkelerinde aile kavramının anlamı çok farklıdır. Karadeniz bölgesine, Doğu Anadolu illerine gidildiğinde nüfusu yüz kişiyi geçen aileler bulabiliriz. Ancak bu ailelerin sülalesini bir araya getirseniz Arap ailelerinin yanında yaya kalır.

Bilindiği gibi Emeviler, bir ailedir.  Adı geçen aile, İspanya’da devlet kurmuştur.

Abbasiler, Suudlar, Sabah’lar derken Arap ülkelerinin sayısından fazla aileler vardır.  Yeri geldikçe bu aileler arasında acımasız savaşlar olmuştur. Asıl niyetlerini gizleyen bu ailelerin liderleri asıl adıyla “babaları”  çoluk çocuk, din iman demeden birbirlerine acımasızca saldırmışlardır. Binlerce insan vahşice öldürülmüştür. Medine şehrinde yaşayanlar, kendilerini Medineli; bir başka deyimle medeni, medeniyet sahibi olarak nitelendirirken çölde deveyle gezen Arapları ise bedevi, Medineli olmayan, yani medeni olmayan insanlar olarak nitelemiştir.

Binlerce yıldır Afrika’da doğayla bütünleşmiş olarak yaşayan insanları konu alan bir belgesel izlemiştim. Uygarlıktan uzak, oldukça zor koşullarda yaşayan insanların günlük yaşantılarından bize kesitler sunuyordu. Uygar insanların, barbar olarak gördükleri Afrika yerlileri, çevrenin bir parçası olarak hareket ediyordu. O barbar insanlar çevreyi birlikte paylaştığı canlılara zarar vermemeye özen gösteriyordu. Avladığı hayvanı öldürmeden önce ondan özür diliyor, sadece aç olan ailesini doyurabilmek için bunu yapmak zorunda kaldığını üzüntüyle anlatıyordu.

Diğer tarafta uygar insanlar, ölüm kusan silahlarını daha fazla geliştirip daha fazla insan öldürmenin hesabını yapıyor. Bu şekilde hareket ederek daha fazla uygarlaşıyor.

Arapları aile yöneticileri de tıpkı uygar ülkelerin yöneticileri gibi asıl niyetlerini gizleyen; çeşitli adlar altında yaptıkları savaşlarda asla Afrika yerlileri gibi davranmadılar. Çünkü onlar medeni insanlardı.

Masa başında çizilen haritalarla bağımsız devletlerini kuran Araplar, artık özgür insanlardı. Sonunda Osmanlıyla girdikleri savaşı hatırlı dostlarının yardımıyla kazanmışlardı. Sınırlı çizilmiş bağımsız ülkeleri, kendilerini yönetecek kralları vardı. Seçimlerin yapılmaması küçük bir ayrıntı olarak görülüyordu. Siyah altın olarak adlandırılan petrolün sahibi onlardı. Yer altındaki petrol, çöldeki kumlardan, denizlerdeki tuzlu sulardan daha çoktu.

Bağımsızlıklarını kazanan Araplar, Osmanlının torunlarını kendi topraklarına davet ettiler. Büyük bir zevkle onları işçi olarak çalıştırdılar. Osmanlının kölesi olan onlar, Osmanlının torunu olan Türklerin patronu olmuşlardı.

Gün geldi bazı Arap ülkelerinde krallıklar yıkıldı. Cumhuriyet düzenleri kuruldu.  Ülke yöneticileri seçimle işbaşına geldiler. Yapılan her seçimde ezici aynı yöneticiler yeniden seçildi.

Büyüklerimizin de söylediği gibi kitabına uymak vardı; kitabına uydurmak vardı.

Gün geldi değişimler başladı. Petrol, bitmek tükenmek bilmeyen bir kaynak değilmiş. Başka enerji kaynakları, onun yerini alabiliyormuş. Sanayileşmiş, güçlü ekonomilere sahip ülkelerin başını ağrıtan başka ülkeler ortaya çıkmaya başladı. Bazı Asya, Uzak doğu ülkeleri, hammaddenin yanı sıra enerjiyi başka ülkelerden satın alıp işledikten sonra işlenmiş ürün olarak daha düşük fiyatlarla dünya pazarlarına sunmaya başladılar. Adı konulmamış yeni bir savaşta bu şekilde başlamış oldu.

Nedenlerini anlamakta zorluk çekiyorum. İşte tam bu günlerde Arap ülkelerinde bir hareketlenme başladı. Nazar mı değdi; yoksa misyoner faaliyetlerinin bir sonucunda mı oldu, o kadarını bilemiyorum; Arap ülkeleri ısınmaya başladı. Seçimlerde yüzde seksen oy alan mübarek insanlar koltuklarından oldu. Benim gibi sıradan insanların rüyalarında bile göremeyecekleri olaylar yaşanmaya başladı. Kardeş ülkelerle aynı dili konuştuklarından olaylar bir anda birden çok ülkeye yayıldı. Seçimle işbaşına gelen liderler keklik gibi avlanmaya başladı. Bazı ülke yöneticileri tutuklanırken bazıları da vahşice öldürülüyordu.  

Arap yöneticiler, “Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin”  diyen Osmanlının torunlarını dinlemiş olsalardı asla yaş tahtaya basmazlardı.

Ne diyelim: Olan oldu, ölen öldü. Masal anlatmadığım için gökten üç elma düşmedi.

Televizyon ekranlarında bitmek tükenmek bilmeyen, tekrarının tekrarlanan tekrarını yayınlayan yani aynı şeyleri bizlere izleten kanallar gelişmeleri yerli diziler gibi bize izlettiler. Bir de baktık ki benzer olaylar, can ciğer dostumuz; bir adımlık komşumuz Arap ülkesinde patlak verdi. Araplar, Arap olalı böyle olaylar yaşanmamıştı. Kim bilir bu işin içinde bir başka “İş” vardı.

Fırsatları kazanca dönüştürmeyi bilen, bir başka deyimle işini bilen iş bitiriciler ülke sınırlarını zorlamaya başladılar. Onların aklında Avrupa ülkelerine “kapağı atmak” vardı. Asıl niyetleri ortaya koysalar bu emellerine kavuşamayacaklardı.  Komşu ülkeye sığınıp birer kahraman oldular. Zor günlerinde komşuya yardım etmeyi bir görev bilen ülke yöneticileri onlara dostluk elini uzattı. Onları insanlık adına kucakladı. Yemedi onlara yedirdi. Giymedi onlara giydirdi. Dövmedi, onları başkalarına dövdürdü.

Aynı günlerde Obama devlet başkanı seçildiğinde koçları kurban edenler ortalıkta yoktu. Bu ülkede her koyun kendi bacağından asılıyordu. Onlar da kendi bacaklarından asılmışlardı. Depremle gelen acıların yaralarını sarmaya çalışıyorlardı. Kötü günlerinde dost bildikleri ülkelerin yöneticileri onlara yardım elini uzatmıyorlardı. Kesilen koçların paraları onlara gönderilmiş olsaydı en azından yaralarına bir sargı bezi olurdu. 

Sokaklara çıkıp, bedel ödeyerek özgür insan olan Arap milleti sandık başına koştu. Haber ajanslarından gelen haberlere bakılırsa günlerce sokaklarda ölümüne direnenler seçimlerde hayal kırıklığına uğradılar. Onlar demokrasilerde seçilenlerle seçenlerin farklı insanlar olduklarını anlamaya başladılar. Dilerim yeni gelenler, gidenleri yani gönderilenleri aratmaz.

Günümüzde yaşananlar zamanı geldiğinde tarih sayfalarında yerini alacak. Birbirine taban tabana zıt görüşler bizden sonra gelecek kuşaklar tarafından tartışılacak. Olayları planlayanlar, yönlendirenler, zamanı geldiğinde açıklanacak belgelerle ortaya çıkacak. Ellerinde silahlarla ölüm kusan direnişçilerin kimler olduğunu bizler değil ama bizim çocuklarımız anlayacak.

Afrika kıtasının Sahra çöllerinde, Arap ülkelerinde sıcaklığın elli dereceyi aştığı günlerde çölün ortasına Mart karı yağacak. Arap Baharının arkasından buzul çağı başlayacak.  Ne demiş atalarımız “Görünen köy kılavuz istemez.”

Bu günleri yazan tarihçiler yaşanan olayları belki Üçüncü Dünya Savaşı olarak değerlendirecek.

Yanılmış olmayı, şom ağızlı olmayı en çok ben istiyorum.