Dünyaya aydınlık bir pencereden bakabilmek…

İnsanlara, doğaya, tüm canlılara sevgiyle yaklaşabilmek…

Bardağın dolu tarafını görebilmek…

Özetle “pozitif” olmak…

O kadar da zor değil aslında. Olmamalı.

Ama, tam tersine “negatif” duygu, düşünce ve davranışlarla, hayatı kendimiz için de, yakın çevremiz, hatta toplum için de “çekilmez” hale getiren bizleriz ne yazık ki…

Karşımızdakini anlamaya çalışmak yerine, anlamamak için adeta direniyoruz…Küçük çıkarlarımız uğruna, insanları kırmaktan, büyük toplumsal yararları hiçe saymaktan çekinmiyoruz. Çatık kaşı gülümsemeye tercih ediyoruz.

Hiç şüphesiz ekonomik gerekçeleri de var, ama en başta bu “negatif enerji” yayma alışkanlığımız yüzünden, caddeler, sokaklar “somurtkan” insanlarla dolu. Yüzler gülmüyor.

Mutsuzluk, toplumsal yaşamın en temel görüntüsü haline geldi.

Hayat zaten zor, çoğumuz için…Daha da zorlaştırmak içinse elimizden geleni yapıyoruz durmadan…

*

Bu karamsar tabloyu hatırlatan, Melis Alphan’ın 1 Mayıs 2017 tarihli Hürriyet’teki “İzmirliden her şeyini alsanız, özgürlüğünü alamazsınız” başlıklı köşe yazısı oldu.

İzmir’de doğduğunu, 17 yaşına kadar İzmir’de yaşadığını, 17 yıldır da İstanbul’da olduğunu belirten yazar, üç günlüğüne gittiği İzmir’i sanki bir hayal ülkesi gibi anlatıyor:

“Son 4-5 yıldır Türkiye’nin dört bir yanında yaşadığımız buhranlar, karmaşa, korku, endişe, kavga, gürültü, çatışma bu şehre uğramamış gibi.

Sanki birileri bu kenti çitle çevirmiş ve ülkenin geri kalanını pençesine alan bu duyguları sınırlarından içeri sokmamış, bu fırtınalı hava kente sirayet edememiş, o girdap İzmir halkını yutamamış.

İzmir’in yitirdiği değerler olmuştur olmasına…

Ama saygı, kentle hiç vedalaşmamış.

Kenti yaşanabilir kılan da bu.

Otomobiller için değil, insanlar için tasarlanmış sokaklarında, caddelerinde saygı hiç eksik değil. Tanışmayan insanlar selamlaşıyor, yere bakarak yürümüyor, gözlerini birbirinden kaçırmıyor, gülümsüyor.

Kentin stresini birbirinden çıkarmayan insanlar, kornaya abanmıyor; arabalar yayalara, motosikletlere yol veriyor.”

*

Melis Alphan, yazısının sonuna doğru, İzmir’in kolay yozlaşmadığını, istediği kadar göç alsa, geleni kendine benzettiğini ifade ederek “İzmir’in bir kent değil, bir yaşam biçimi” olduğu vurgusuna yer veriyor.

Şöyle sürdürüyor:

“Ve İzmir, özgürlüğünü kadınlarına borçludur.

Zira, ancak kadınları özgür olan kentler özgürdür.

İzmir’in kadınlarına boyun eğdiremezsiniz, onları eve hapsedemezsiniz, onların düşüncelerini dillendirmelerine engel olamazsınız.”

Melis Alphan, bir cümleyi daha ekliyor:

“İzmir’de doğan çocukları da bu kadınlar yetiştirir.”

*

Eklenecek bir şey kalıyor mu bu yazıya?..

Yaşadığımız kent için de böylesine olumlu özellikleri hayal etmekten, dilemekten başka…