15 Şubat 2021 tarihli “Anayasa Sorunu” başlıklı yazımda, nasıl bir anayasaya “evet” denilebileceğini yazmış ve ”İşte o zaman, dolgusu hukuk, demokrasi ve insan hakları olan çağdaş ve sivil bir anayasa yapılmış olacaktır” diye bağlamıştım.

Anayasalar bir süreçtir. Dönemin koşullarına göre birbirini besleyen toplumsal bir sözleşmedir. Ama bir koşulla; çağdaş, demokratik, insan haklarına dayalı olarak ya da geri teperek…

Nitekim 1924 anayasası, 1921 anayasası üzerine yeni konumlar eklenerek yapıldı.

Amaç; çağdaş, laik bir cumhuriyeti inşa etmekti.

1961 anayasası, 1924 anayasası üzerine yeni olgulara göre devletin yeniden düzenlenmesi için yapıldı.

Amaç; devletin yeni kurumlarla donatılması, demokratik özgürlüklerin önünün açılması, halk iradesinin meclise daha da yansıması idi.

1982 anayasası 1961 anayasasına bir tepki olarak inşa edildi.

Amaç; 1961 anayasasının yarattığı toplumsal uyanışı bastırmak, ülke ekonomisini Batı ekonomisine entegre etmekti.

Nitekim 12 Eylül 1980 darbesiyle susturulmuş bir toplum yaratıldı. Meşhur “24 Ocak Kararları” ile ülke ekonomisi, Batı’nın finans kurumlarına teslim edildi.

* * *

Ve de bugünlerde, özellikle 1921 anayasasına vurgu yapılır oldu.

Adalet Bakanı Gül, “1921 Anayasası’nın ruhu ile Cumhuriyet’i taçlandıracağız, yeni bir toplumsal sözleşme olacak” dedi.

AKP’nin Grup Başkanvekili Cahit Özkan ise “1921 Anayasası’na dayalı yeniden kuruluş anayasası yapacağız” dedi.

Oysa 1921 Anayasası:

-Kurtuluş Savaşı koşullarında oluşmuştu.

-Yalnız işgale karşı savaşılırken değil, iç isyanlarla ve İstanbul hükümetinin hainliklerine karşı savaşılırken doğmuştu.

Yani 1921 Anayasası çok özel bir dönemin anayasası idi.

Şeyhlerin, dervişlerin, mütegallibenin baskısı altında ve savaştan yorgun düşmüş insanların yaşadığı bir coğrafyada, sömürge olmaktan kurtulup, bağımsız bir ülke kurmak isteyen kadroların anayasası idi.

Üstelik dönem, henüz bağımsızlığın bile kazanılmadığı bir dönem idi.

Bu nedenlerle olağanüstü önlemlere başvurmak zorunda kalan bir ihtilal anayasası olmuştu.

Çünkü emperyal işgale karşı Ankara'da, milleti temsil eden yeni bir siyasal otoritenin sesi yükselmeye başlamıştı. Yükselen bu sesin ise yeni bir anayasaya ihtiyacı vardı.

Ve de Kurtuluş Savaşı, hukuka ve milli iradeye dayanarak yürütülmek istenmişti.

* * *

1921 anayasasında hükümet sistemi, “Meclis Hükümeti Sistemi” idi.

Çünkü savaş süreciydi. Devlet henüz oluşmamış, şeklini almamıştı. Ama yeni bir devlete giden süreç yaşanıyordu.

Yasama, yürütme ve yargı gücü TBMM'nin elinde idi. Kuvvetler ayrılığı oluşmamıştı. Meclis Başkanı, aynı zamanda hükümetin de başkanı idi.

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi benimsenmişti. Ama o gün henüz saltanat kaldırılmamış, hilafet kaldırılmamıştı.

Sonuçta Saltanat 1922’de, Hilafet 1924’te kaldırılarak…

Ve 1937’de “Türkiye Cumhuriyeti laiktir” maddesi anayasaya eklenerek…

Ve de 1928 yılında yapılan bir değişikle, 1921 anayasasında olup 1924 anayasasına da aynen alınan “Türkiye Cumhuriyeti'nin dini İslam’dır” maddesi, kaldırılarak...

Laik Cumhuriyetin tarihi adımları atılmıştı.

* * *

Peki, neden özellikle 1921 anayasasına vurgu yapıldı ve de yapılmakta?

-2023 seçimleri için, özellikle taktik adımlar mı atılmak istendi ya da istenmekte?

-1921 anayasasında yer alan “Devletin dini İslam’dır” vurgusu mu uygun bulundu ya da bulunmakta?

-Savaş sürecinde henüz kurulmamış bir devletin, kuvvetler ayrılığının oluşamadığı böyle bir anayasa vurgusu, “Başkanlık Sistemi” için mi uygun görüldü ya da görülmekte?

Oysaki Başkanlık Sistemi, Demirel ve Özal ağzından özellikle dillendirilen ve de ABD ve Batılı küresel güçlerin Türkiye için istediği bir sistem idi.

Yine de sonuç olarak diyebiliriz ki:

Elbette bu ülkeye yeni ve de sivil bir anayasa gereklidir.

-Ama içeride seviyesi giderek düşürülen bir siyasal kavga varken…

-Ve de bu kavganın Türkiye’yi nereye götüreceği bile görünemezken…

Bir anayasa girişimi siyasi hesaplar için çarçur edilmemelidir.

Eğer, ille de bir anayasa modeli alınacak ise 1961 anayasası model alınmalıdır.