Neden çocuk gelinler diye soruldu; cehalet denildi.
Neden töre yasaları diye soruldu; cehalet denildi.
Neden kadına şiddet ve cinayet diye soruldu; cehalet denildi.
Yani cehalet, cehalet ve de cehalet denildi.
Peki, nasıl yenilecekti bu cehalet? Cumhuriyetin 91'inci yılında bile halen bu sorular soruluyor ise...
Namusun kadın üzerinden, otoritenin erkek üzerinden tanımlandığı bir toplumda bu cehalet nasıl yenilecekti?
Elbette ki aydınlanma ile... Elbette ki bir kültür devrimi ile...
İşte Köy Enstitülerinin ana işlevi bu olacaktı.
Yani Köy Enstitüleri bir ihtiyacın ürünü idi. Nüfusun % 80'i köyde yaşıyordu.
Atatürk, bir konuşmasında "İşte bu köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bu nedenle bizim takip edeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, evvela mevcut cehaleti yok etmektir" demişti.
Nitekim Cumhuriyet değerleri Anadolu'ya ulaşamıyordu ama Cumhuriyete yapılan itirazlar ulaşıyordu.
İşte sorun bu idi.
***
Zamanın Milli Eğitim Bakanı H.Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İ.Hakkı Tonguç, ülkeyi 21 bölgeye ayırdılar, 21 Köy Enstitüsü kurdular.
"Eğitim içinde üretim, üretim içinde eğitim" şiarında ifadesini bulan, binasını kendi yapan, yiyeceğini kendi üreten, bir nevi kominal bir toplum yarattılar.
Ve Anadolu'nun bozkırlarında, sosyal bir uyanışın fitilini yaktılar.
Ve toprak ağalarını ve mütegallibeyi ve cehaletten beslenen siyaset bezirganlarını rahatsız ettiler.
Nitekim dönemin CHP Van Milletvekili ve büyük toprak ağası Kinyas Kartal şöyle diyordu:
"Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler..."
Yani sosyal bir uyanış, bu toplumun güç odakları için tehlikeli bir olgu olarak görülmüştü.
***
Sonunda olanlar oldu:
H.Ali Yücel 1946'da Bakanlıktan uzaklaştırıldı. Tonguç görevden alındı.
Enstitü yönetici ve öğretmenleri üzerinde büyük bir operasyon yapılarak, 2000 öğrenci Enstitüden uzaklaştırılarak yoğun bir sindirme hareketi başlatıldı.
1947'de Karma Eğitime, 1948'de "İş içinde eğitime" son verildi. "Yüksek Köy Enstitüsü" kapatıldı.
Sonuçta Köy Enstitüleri ile oluşturulmaya çalışılan "sosyal uyanış" bastırılır oldu. Ve de işlevini yitirip içi boşaltılan Enstitüler 1954 de temelli kapatıldı.
Diyebiliriz ki; aydınlanmanın ve sosyal uyanışın karşısındaki irade, Köy Enstitülerinin arkasındaki iradeye galip geldi.
Oysaki Köy Enstitüleri; ilk kez Anadolu'nun gerçeğine uygun, UNESCO'nun gelişmekte olan ülkelere örnek olarak önerdiği efsanevi bir kurum idi.
Ne yazı ki, devletin önce sahip çıkıp sonra en çok hırpaladığı bir kurum oldu.
***
Aslında bu ülkede iki eğitim kurumu çok tartışılmış, çok hırpalanmıştı; Yani Köy Enstitüleri ve İmam-Hatip okulları...
Birine komünizmin arka bahçesi denilmişti, diğerine irticanın... Biri komünist üretiyor denilmişti, diğeri şeriatçı...
Köy Enstitüleri 1940’ta, İmam-Hatip okulları 1947’de açılmaya başlamıştı.
Birinin amacı, Anadolu bozkırını aydınlatmak için cumhuriyet değerleriyle donatılmış öğretmen yetiştirmekti, diğerinin din adamı.
Ama Köy Enstitüleri kapatıldı. Süreç içinde, yaratılan toplumcu rüzgâr söndürüldü. Anadolu bozkırının aydınlanması engellendi.
Ve de İmam-Hatip Okulları ile uyandırılan rüzgâr, toplumun siyasal dokusu yapılır oldu.
Şerif Mardin, bu oluşumu "öğretmen imama yenildi" diye formüle etmişti.
***
Herhalde şu soruyu, herkesin kendine bir sorması gerekir.
Eğer Köy Enstitüleri; 75 yıl önceki kurutuş heyecanıyla bugüne kadar yaşatılsaydı, acaba Türkiye'nin siyasal görüntüsü ve sosyal dokusu böyle olur muydu?
Çünkü Türkiye'de, "Köy Enstitüleri" ve "İmam-Hatip Okullarına okul olmanın ötesinde bir misyon yüklenmişti.
Yani, bugün İmam-Hatip okulları neyi temsil ediyorsa Köy Enstitüleri onun karşıtını temsil ediyordu.