Geçtiğimiz
Pazar yani 12 Mayıs 2013 günü Ankara'da "3. Büyük Alevi Kurultayı"
yapıldı. Kurultayda Alevileri temsil eden geniş bir katılım oldu.
Alevi
sorunu bir kez daha dillendirildi. İktidara, muhalefete ve genelde tüm siyasete
gerekli göndermeler yapıldı.
Çünkü
çevremizdeki gelişmelere baktığımızda:
Suriye'deki
iç savaş giderek mezhep savaşına dönüşmekte ya da dönüştürülmektedir.
Hatay-Reyhanlı'daki
katliam ve Hatay bölgesindeki gelişmeler, inanç kimlikli bir felaketin ayak
sesleri olmaktadır.
İşte
böyle bir ortamda yapılan kurultayda, Alevi sorunlarının çözümünün toplumsal
barış açısından ne kadar önemli olduğu vurgulandı.
Özellikle
de yeni bir anayasanın hazırlandığı ortamda, sorunların çözümü ve anayasal bir
güvenceye kavuşturulması yüksek sesle bir kez daha ifade edildi.
Çünkü,
Alevilerin büyük bir sadakat duyduğu Cumhuriyet döneminde de Alevi sorunu
çözülmemiş; inanç kimliği dışlanmış, ötekileştirilmiş bir toplum algısı
yaratılmıştı.
Yani
Cumhuriyetin kuruluşuna kanıyla, canıyla destek vermiş, Atatürk'ü ve
Cumhuriyeti kendine güvence hissetmiş ve de büyük bir sadakatle bağlanmış bu
kesim, inancını ve kültürünü dışlanmışlık duygusuyla yaşar olmuştu ve de
olmuştur.
Ne
yazık ki, Osmanlı döneminde de Cumhuriyet döneminde de Alevilik, egemen inanç
kesiminin kalıplarına ve kültürüne tabi edilmeye çalışılmıştır.
Oysaki
Alevi kitle devletin demokratik, laik, eşitlikçi ve özgürlükçü sağlam bir
yapıya kavuşturulmasını savunmuştur. Biat toplumu olmayı reddetmiştir.
İşte
bu kurultaylarda; bu ülkenin asli unsuru olduğunu, inancının bu toplumun bir
mayası olduğunu, bu mayanın Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre ile Anadolu
topraklarına ekildiğini ifade etmek istemiştir.
***
2009
yılı içinde önemli bir adım atılmıştı. "Alevi Açılımı" olarak sorun
ele alınmıştı. Çalıştaylar düzenlenmişti. Kuşkuyla bakılır olmuştu ama yine de
doğru bir adımdı. Yani Cumhuriyet döneminde bile ötekileştirilmiş olan bu
toplumun taleplerinin dile getirilmesi olumlu bir adımdı.
Nitekim
hükümet bu çalıştaylar için şöyle bir giriş yapmıştı:
"Kabul
etmek gerekir ki devlet, bugüne kadar Alevilerin talepleri konusunda doğrudan
bir iletişim kurmak ve belli başlı tarafları tatmin edebilecek bir açılım
sunmada yeterli bir mesafe alamamıştır" demişti.
Ve
7 oturumluk Alevi çalıştayı yapılmıştı. Bu toplantılarda Alevi kuruluşları,
Alevi kanaat önderleri, siyasi temsilciler, sanatçılar, akademisyenler,
ilahiyatçılar, sivil toplum kuruluşları, basın kuruluşları dinlenmişti. Sonuçta
bir rapor hazırlanmıştı.
Ne
yazık ki, hazırlanan rapor Alevi taleplerini karşılamaktan uzaktı.
Çünkü
devletin teolojik mühendisliği ve Alevilik algısı değişmemişti. Yılların hatta
yüzyılların birikimi olan bilinçaltı dolguları boşaltılmamıştı.
Yani
Alevi sorunları ve çözümleri geleneksel devlet aklının okumalarıyla yazılır
olmuştu.
Devlet
ve iktidarın aklı ise Alevi taleplerini anlamak için laiklik, demokrasi ve
hukuk yerine "ulema"nın aklı ve fetvalarını referans almıştı.
Oysaki
bu referanslarda, geçmişten bugüne süregelen teolojik tanımların mesajları ve
kalıpları vardı.
***
Yine
de Alevi taleplerinin dinlenmiş olması, bu taleplerin şekillenmiş ve net
ifadelere dönüşmüş olması olumlu idi.
Ama
hazırlanmış bu raporun bile unutulur oluşu, Alevi kesimde endişe kaynağı
olmuştur.
Özellikle
laikliğin tahrip edilir, topluma bir cemaat kültürünün giydirilir oluşu, Alevi
kesimi daha da endişelendirmiştir.
Ayrıca
emperyalizmin, bölgemizi İslami inanç gruplarına dayalı bir bölünme ve bir
kamplaşmaya götürüşü, ülkemiz için de bir endişe kaynağı olmuştur.
Ayrıca
unutulmamalıdır ki, ülkemizde inanç grupları provoke edilerek çok kanlı ve acı
olaylar yaşanmıştır.
İşte
tüm bu nedenlerle Alevi sorunlarını çözerek Alevi'siyle de barışık bir ortam
oluşturan siyaset, Türkiye'nin toplumsal yapısını daha da güçlendirmiş
olacaktır.
Herhalde
böyle bir barışık ortamın, bölgedeki gelişmeler nedeniyle de bir ihtiyaç olması
gerekir.