Eski kitapların arasında Samim Kacagöz’ün “Telli Kavak” isimli hikâye kitabı gözüme çarptı.
Tekrar okuduğumda unutulmuş bilgileri yeniden öğrendim. Ayrıca arkadaşlarımın büyük çoğunluğu maaşlı işlere girdiler ama ben hiç düşünmedim.
Şimdi; “Acaba bu kitap beni etkiledi mi? “diye düşünüyorum.
Kitap 110 sahife, 1941 yılında basılmış. Fiyatı da 50 kuruş, öğretmen maaşı 20 lira…
Kitapta hikâyelerde geçen bazı parasal değerleri aktarayım. Yarım kiloluk rakının fiyatı 49 kuruş yani kitaptan bir kuruş daha ucuz. Üstelik kitabın cildi olmadığı gibi kenarları kesilmemiş, 16 sayfalık fasikülleri okumak için kenarları bıçakla açılıyordu. O büyüklükteki rakının şimdiki fiyatının 50 TL olduğunu öğrendim. Ayrıca son derece özensiz basılmış, günümüzde kitabın karşılığı güzel baskılı, şık kapaklı olanlar; en fazla 10 TL. Teknoloji kitabı en az 10 kat ucuzlatmış oluyor.
Bu ölçüler benim bazı anılarımı tazeledi. Çok iştahsız bir çocuktum. İlkokulun ilk sınıflarında yaz tatillerinde dayımın dükkânında oluyordum. Saat kulesi ile şimdiki Çorum Belediyesi başkanlık binası arası boş meydandı.
28 metrelik yolun yerinde de ancak 8 metre olduğunu tahmin ettiğim yol; zaten saat kulesinde daha dar olan 3 yola ayrılıyordu. Saat kulesi ile o zaman Halkevi binası olan, bugünkü Belediye Başkanlık binası arası, pazar yeri olarak kullanılırdı.
Saat kulesinin dibine yapışık dükkâncıklar vardı. Onların önünde tanesi bir kuruşa yumurta satarlardı. Yumurtalar soğan kabuğu ile kaynatılır bugünkü renkli yumurtalara benzetilir ya da mavi boyalı olurdu.
Dükkândan aldığım iki buçuk kuruşun bir kuruşuna yumurta, bir buçuk kuruşuna da Mamas’ın fırından, ortadan kesilmiş yarım Pazar ekmeği (lavaş ekmeği) alır yerdim. Bu da çok ender olurdu. Fırının yanında saat kulesine kadar kebapçıların sıra dükkânları vardı ama ben etyemezdim.
Seneler geçti enflasyonlar oldu. Fiyatlar çok arttı. Babam şimdiki Hamit Camii içinde kalan dükkânını makineli marangoz atölyesi olarak kurdu.
O dükkânda en iyi ustaların sabah saat 7’de iş başı yapıp, akşam 7’ye kadar 12 saat çalışıp 6 lira gündelikle 36 lira haftalıkla çalıştıklarını hatırlıyorum.
Babam bana 2 bin liraya BMW motosiklet almıştı. Yaz tatillerinde motosikletim şaftlı olduğu için beyaz pantolonla binip gezebiliyordum. Havam çok iyi yani…
Babamın dükkânını rahmetli Ahmet Çenesiz ağabey çalıştırıyor. İşleri yetiştiremediklerini, usta bulamadıklarını söylüyor. Ben de; “yardımcı olayım” dedim.
-“Yapabilir misin?” dedi.
-“Yapayım da gör!”
-“Kaça çalışırsın?”
“Yevmiye ile çalışmam, metre karesi iki buçuk liradan yapayım” dedim.
Anlaştık. O zaman Çorum’un ünlü zenginlerinden üçünün ortaklaşarak yapabildiği, günümüzün normal un fabrikalarının onda bir kapasitesine eşit kapasiteli, Ekspres Un fabrikası yeni yapılıyor. Fabrikanın yapılışına bir İngiliz mühendisin rehberlik ettiği anlatılırdı. Pencerelerini biz yapıyormuşuz. Fabrika binasının iki yan tarafında, çatıya yakın ve çatı meyiline uyumlu dört penceresi vardır. Onları ben yaptım. Kazandığım para ile kendime kuyumcu Nurettin’den 75 TL’ye Nacar marka kol saati aldım. 6 saat çalışmakla deneyimli ustalardan yüzde 25 fazla para kazanmıştım.
Daha sonra, çok daha kazançlı işler yaptım ve babamın atölyesini çalıştırmaya başladım.
Gelelim başlangıçta Samim Karagöz’ün kitabının etkisinde kalma meselesine…
Telli Kavak hikâyesinde fakir bir adamın gelinlik güzel bir kızı, bir bahçesi, bahçede de 20 yaşına gelmiş büyük bir kavağı var. Kavağı kesip keresteden 100 lira elde ediyor. Bu para da kızın çeyizini almaya, düğün yapmaya yetiyor…
Bu durum arazi sahibi olan Ömer’in dikkatini çekiyor. 20 sene beklemek uzun diye düşünürken, öğretmen 50 kavak dik, 5 sene sonra sat. Kavağın tanesini örnekte olduğu gibi 100 liraya değil de 10 liraya sat diyor.
Ömer her sene 50 kavak dikmeye başlıyor. 5 sene sonra birinci partiyi 500 TL’ye satıyor. Ömer ağa oluyor.
Şimdi burayı Samim Karagöz’den hikâyenin sonunu bozmadan aktaralım:
“Soğuk bir kış akşamıydı. Muallim, mektebi kapamış, evine dönüyordu. Köyün karanlık sisli meydanından geçerken, Ömer Ağa kahveden fırlayarak, koluna yapıştı.
-Muallim efendi gel! Bir acı kahvemi iç yahu!
Diye onu kahveye doğru sürükledi. Muallim onun hatırını kırmadı. Oturdular. Kahveler de geldi.
Muallim…
E… Anlat bakalım Ömer. Kavaklar büyüyor mu? Diye takıldı. Ömer, gene, düşünceliydi. Durdu, durdu nihayet dayanamadı:
-Muallim efendi be… Darılma emme… Bu sefer ben sana bir akıl öğreteceğim…Görüyorsun ki, az çok tecrübe sahibi olduk… Darıma emme…
-Darılmam canım, söyle…
Ömer, o zaman bütün ciddiyetini toplayarak:
-20 lira maaşla sürter durursun, kafanda bu kadar akıl var… Gel sen şu hocalığı bırak … Benden çok zengin olursun… dedi.”
Ne dersiniz? Samim Kocagöz’ün “Telli Kavak” hikayesi üniversiteyi düşünmeyişime neden olmuş mu?... Bu soru 60 yaşına ulaşmamış olanlara garip gelebilir ama bizim öğrencilik yıllarımızda üniversite okumak; devlet memurluğuna aday olmak gibiydi.
En güzel günler sizlerin olsun.
NOT: Samim Kocagöz 1951 hikâye yarışmasını, “Sam Amca” isimli hikâyesiyle kazanmıştı. O zaman lise ikinci sınıf öğrencisi olan bizler için dikkat çeken yazar olmuştu.