Yani Osmanlı İmparatorluğu'nun 34'üncü Padişahı ve İslam Dünyası'nın 113'üncü İslam Halifesi...
Babası Sultan Abdülmecid, Annesi Ermeni asıllı Virjin ya da diğer adıyla Trimüjgan Sultân idi. 21 Eylül 1842'de doğmuş, 10 Şubat 1918'de ölmüştü.
Ve 31 Ağustos 1876'dan 27 Nisan 1909'a kadar tam 33 yıl ülkeyi yönetmişti.
Ona kimi "Kızıl Sultan", kimi "Ulu Hakan" demişti ve de halen böyle denilmekte.
Herhalde tarihte onun kadar ateşli savunucusu, onun kadar ateşli düşmanı olan bir devlet adamı olmamıştır diyebiliriz,
***
Meclis Başkam İsmail Kahraman'ın öncülüğünde, doğumunun 174'üncü yılı için anma törenleri yapıldı. "Sultan 2. Abdülhamit ve dönemini anlatan Uluslararası Sempozyum" düzenlendi, 22-25 Eylül günlerinde Dolmabahçe Sarayı'ında gerçekleştirildi.
Meclis Başkanı Kahraman, sempozyumun tanıtım toplantısında "Abdülhamit'e vefa borçlarını yerine getirdik" dedi. Ve de devamla "Sultan Abdülhamid ve dönemi analiz edildiğinde, sonuçları, istikbale yapacağımız uzun ve meşakkatli yürüyüşte yönümüzü tayin edecek bir pusula, önümüzü aydınlatacak bir meşale olacaktır" dedi.
***
Abdülhamit dönemi, bir taraftan modernleşmenin ve karşıtlarının çarpıştığı, diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu'nun artık toprak kayıplarının başladığı bir dönemdir.
Nitekim Tunus, Mısır, Girit, Sudan, Bulgaristan, Teselya, Bosna-Hersek, Kıbrıs'ın kaybedildiği bir dönemdir.
Ancak Abdülhamit dönemine bakınca, görülür ki;
Batıda kapitalizm toplumsal hayatı düzenler olmuş, ulusal kimlikler uyanmış, ulus devletlerin inşa süreci başlamıştı.
Sömürgeciliğin, kapitalist dünyadaki yeni oluşumu olan emperyal küresel güç, o günün koşullarında dünyayı yeniden düzenler, imparatorlukları parçalar olmuştu.
Yani imparatorlukların yaşama süreci sonlanmaya başlamış, alışılmış yönetim modelleriyle devam etmesi olanaksızlaşmıştı.
Ancak bir koşulla devam edebilirdi; yani tarihin diyalektiği okunabilmeli, çok uluslu yapının, ulusal alt kimliklere dayalı anayasal bir sistemle yaşayabileceği görülebilmeli idi.
Elbette o gün bunu okuyabilenler ve de görebilenler var idi.
Nitekim mimarı Mithat Paşa olan ilk Osmanlı anayasası "Kanun-i Esasi", 23 Aralık 1876'da yayınlanmış, 19 Mart 1877'de Meclis-i Mebusan, yani "Parlamenter Meclis" açılmış, "Birinci Meşrutiyet" denilen bir demokrasi süreci başlatılır olmuştu.
Ancak anayasal sistemin getirilerinden korkulmuştu. İlk anayasa olan "Kanun-i Esasi" Abdülhamit tarafından 1878'de yürürlükten kaldırılmış, meclis kapatılmıştı.
Ve ilk anayasanın mimarı olan Mithat Paşa, Taif’te boğdurulmuş, aydınlar zindanlara atılmış, basına sansür konulmuş, "despot" bir yönetim inşa edilmişti.
***
Ve Abdülhamit için çok şeyler söylenmiştir ve de halen söylenmekte.
Necip Fazıl'a göre "Ulu Hakan"dır Abdülhamit. Said-i Nursi'ye göre "zorba", Mehmet Akif e göre "Yıldızdaki Baykuş"tur Abdülhamit.
Ve Abdülhamit;
-Tarihçi, siyaset adamı, gazeteci ve yazar Prof. Dr. Yılmaz Öztuna'nın "Milletimiz bu hükümdarın dehasına çok şey borçludur" dediği kişidir.
-Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın "Osmanlının son hükümdarı, son evrensel imparator 2.Abdülhamit'dir" dediği kişidir.
Ve "Şu Çılgın Türkler"in yazarı Turgut Özakman'ın "2. Abdülhamit, meziyet ve kusurları ile son imparatordu. Ondan sonra Osmanlı tahtının bir pırıltısı ve ağırlığı kalmamıştı" dediği bir kişidir.
Ama Kemalist bakışta bir "Kızıl Sultan"dır Abdülhamit.
***
Ve birdenbire "Yeni Osmanlıcılık" gündeme girer, birdenbire bir Abdülhamit sevdası yükselir, gündemi belirler oldu.
Abdülhamit'e sarılmak, gerçekten sahiplenmek midir bilemiyoruz. Ama cumhuriyetle ve Atatürk'le hesaplaşmak gibi görünmekte, toplum Ahdülhamitçi ve Atatürkçü olarak yarılır olmakta,
Elbette geçmişini inkâr eden toplumlar, bir yalnızlık ve içinden atamadığı bir burukluk yaşar. Osmanlı da bu toplumun geçmişidir. Ve de bu toplum geçmişiyle de barışık olmalıdır.
Ancak geçmişe öykünmek ve geçmişle barışmak demek, Cumhuriyetle hesaplaşmak değildir. Cumhuriyeti reddeden bir zihniyetin önünü açmak hiç değildir.
İşte bugün, sanki böyle bir oluşum mayalandırılır olmakta. Bunun için birdenbire Abdülhamit'in doğum günü hatırlanmakta.
Ve de birdenbire Lozan tartışmaya açılmakta.
Yani diyebiliriz ki; derinlerde bulunan cumhuriyet karşıtı bir öfke, yılların biriktirdiği bir nefret dışa vurulmakta, cumhuriyet ve kurucuları itibarsızlaştırılmak amaçlanmakta.