Türkiye Büyük Millet Meclisi; 101 yıl önce bugün, Ulus’taki tek katlı taş binada çalışmaya başladı...

Dokuz odası, iki balkonu olan, 22 x 43 metre boyutlarındaki, bodrum üzeri tek katlı bu mütevazı taş bina; nice nice tarihsel olaylara, tanıklık etti...

Hani derler ya; “Bu duvarlar, bu odalar, kimbilir neler görüp, neler yaşamıştır?...”

Hani derler ya; “Bu duvarların dili olsaydı eğer; kimbilir, neler anlatırdı neler!?...”

İşte öyle bir şey...

Öyle bir duygu...

Öyle bir tepki, öyle bir beklenti, öyle bir ruh hali benimkisi...

Siz hiç, Çağdaş ve Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Anıtı olan, bu mütevazı taş binayı; gezip, gördünüz mü?...

!!??...

Görün.

Lütfen... ama lütfen görün...

Sadece siz değil... Çocuklarınız, torunlarınız da görsün... Onları da götürüp, gezdirin... Onlara da yaşatın bu atmosferi...

Duvarlarına dokunun...

Bize bugünleri bahşeden, o muhterem insanların oturduğu sıralara oturun...

Ellerinizi gezdirin, o sıralar üzerinde...

O duvarlar ve o sıralar; ‘Elleri öpülesi o muhterem insanların, o mütevazı çatı altında, o yoklukta, nasıl bir inançla, nasıl bir azimle, nasıl bir özveriyle çalıştıklarını...’ fısıldıyacaktır size... ‘Bir imparatorluğun küllerinden, nasıl bir çağdaş devlet yaratıldığını...’ anlatacaktır...

* * *

O günlerin vekillerinin; bugünün vekilleri gibi, değil kat kat elbisesi; bir miletvekiline yakışır, doğru dürüst giysileri yok...

Ankara’nın ayazından koruyacak, paltoları yok... Evlerinden veya kaldıkları hanlardan, titreye titreye geliyorlar Meclise...

Meclisin, çay ocağı yok, lokantası yok...

Ankara’da evi olanlar, evden getirdikleri azığı, taşradan gelen vekillerle bölüşüyor...

Çayı kendileri demliyor, kendileri servis yapıyor... Kuru üzümle çay içiyorlar, çünkü şeker de yok...

Almadan, veriyorlar... İnançlı, doyumlu ve azimliler...

Yüklendikleri özel görevin ayırdında ve bilincindeler...

Kendi midelerini, kendi ceplerini, kendi rahatlarını, kendi geleceklerini değil; halkının geleceğini, halkının huzurunu düşünüyor, bunun için sabahın ilk ışıklarına kadar çalışıyorlar...

* * *

O günlerde elektrik yok.

Daha doğrusu var da yok.

Küçük, mütevazı taş binayı, “gaz lambası” aydınlatıyor... Üç adet gaz lambası, sabahın ilk ışıklarına kadar yanıyor...

Yüce Meclis, çağdaş bir Türkiye yaratmak için, sabahlara kadar çalışıyor...

Tarih 2 Ocak 1924...

Diyarbakır Milletvekili Feyzi Bey, Kütahya Milletvekili Recep Bey, Urfa Milletvekili Ali Bey ve Malatya Milletvekili Mehmet Bey, Meclis Başkanlığı’na önerge veriyor...

“Dört yıldır gaz lambasının ışığı altında çalışan Meclis’imizin, bundan sonra elektrik ile aydınlatılmasını arz ve teklif ederiz...”

Meclis Başkanı “bu önergeye karşı çıkan var mı?...” diye sorunca; Ankara Milletvekili Ahmet Süreyya Bey elini kaldırıp, söz istiyor...

Kürsüye gelen Ahmet Süreyya Bey; “... Halk yokluk ve sefalet içindeyken... masraf yapmayalım... Dört yıldır elektriksiz çalışıyoruz... biraz daha çalışıverelim... Yüce meclisi, lüks lambasıyla aydınlatmaya devam edelim...” diyor...

Önerge, önerge sahipleri tarafından geri çekiliyor...

Çağdaş ve Laik Türkiye Cumhuriyeti; işte bu koşullarda, bu fedakârlıklarla, bu mütevazı taş binada, bu inançlı insanlar tarafından kuruluyor...

* * *

Hep merak ederim.

Üstte helikopter, önde motosikletler, arkada en lüks arabalardan oluşan 36 araçlık bir konvoyla Cuma Namazına giden AKP’li Cumhurbaşkanı zaman zaman bu mütevazı tarihi binanın önünden de geçiyor. İşte o an ne hissediyor!?...

Ya da bir şey hissediyor mu acaba?

… …

Ben ne zaman bu tarihi binanın önünden geçsem; tüylerim diken diken olur, gözyaşlarımı tutamam.

Bu iktidarın yoldaşları Mezarcı Hasan’lar, Şevki Yılmaz’lar gibi hainlerin, ağızlarından köpükler saça saça; bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu Atatürk’e ve onun silah arkadaşlarına ve laikliğe karşı hakaretlerini anımsar kahrolurum.

ve Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmeye talip, bu kafa yapısındaki, bu ruh halindeki insanlarla, aynı topraklarda yaşadığıma, aynı havayı soluduğuma üzülürüm.

… …

Her neyse... Bugün 23 Nisan!...

Bayramımız kutlu olsun!