BAYRAM TÖRENİ
23 Nisan 1962, Pazartesi.
Bugün 23 Nisan Çocuk Bayramı. Tüm yurtta ve dış temsilciliklerde bayram var. Büyük bir coşkuyu, sevinci ve mutluluğu yaşıyorum yüreğimde.
Sabahleyin kahvaltımı yapıp, bir gazete kâğıdına sardığım bayraklarla coşkulu bir biçimde okul yoluna düşüyorum. Öğrencilerim bayraklarını, kendi bayramları olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda gururla ve sevinçle taşımalıydılar. Bizlere bugünleri bırakan Büyük Atatürk’ümüzü, silah arkadaşlarını ve atalarımızı bir kez daha anarak, onlara teşekkür etmeli; ölenlere de rahmet dilemeliydik.
Tüm öğrenciler erkence okulun bahçesini doldurmuşlardı. Sevinç çığlıkları göklere ağıyordu. Bir anda çevremi sardılar. Bir öğrenciye toplanma zili çaldırıyorum.
Öğrenciler kısa sürede sıra oluyorlar. Elimde gazete kağıdına sarılı kaba görünüşlü paketi merak ediyorlar.
Merdiven başında tüm öğrencileri gözlerimle tarıyorum.
“İşte size bayram sürprizi” diyor paketi açıyorum. Bayraklar ortaya çıkıyor.
Önce şaşıran öğrenciler, ardından coşkulu bir sevinç çığlığıyla ortalığı inletiyorlar.
“Bir dakika çocuklar” diyorum.
Sesleri kesiliyor, ben sürdürüyorum.
“Bir haftadır akşamları bu bayrakları tamamlamak için uğraştım. Arkadaşlarınızın sorduğu o kavak çubukları da bu bayraklara sap oldu. 23 Nisan Çocuk Bayramı yüce Atatürk’ümüzün sizlere armağanıdır. Bayrağımız ise, yurdumuzun bağımsızlığının ve özgürlüğünün simgesidir. İstedim ki 23 Nisan Bayramını, ellerinizdeki bu bayraklarla coşkulu bir biçimde kutlayasınız. Şimdi herkese bir bayrak vereceğim.
“Yaşasın!..” çığlıklarıyla yeniden inlettiler ortalığı.
“Bayraklarınıza iyi sahip olun. Ne de olsa kağıt bayrak. Sakın yırtmayınız! İyi korursanız gelecek bayramda da ellerinizde olur”
Karışık “sağolun öğretmenim” sesleri birbirine karıştı. Bir öğrenci parmak kaldırarak:
“Bayrak için kaç kuruş getireceğiz öğretmenim?” diye soruyor.
“Para getirmeyeceksiniz çocuklar. Bu bayrakları size bayram armağanı olarak veriyorum.”
Ardından bir sevinç çığlığı daha kaplıyor okulun bahçesini.
“Sıralarınızı bozmayın herkese yetecek bayrak var burada.”
Bayrak dağıtım işi bitince, tören yürüyüşü koluna geçiriyorum öğrencileri.
Bir sırığa taktığımız bayrağımızı öğrencilerin önünde taşıması için, beşinci sınıf öğrencilerinden birine veriyorum. Yine büyüklerden bir kızla bir erkek öğrenci de Atatürk’ün camlı çerçeveli resmini taşıyacaklar.
Yürüyüş kolunu, birinci sınıflar önde, ikinci üçüncü, sınıflar ardında, dördüncü beşinci sınıflar da geri planda olarak düzenlemiştim. Öğrencilerimin sevinç ve coşkuları görülmeye değerdi. Okulun bahçesinden çıkıp ulusal marşlarımızı söyleyerek köy içine doğru yürüyoruz.
Çocukların seslerini duyan öğrenci anne ve babaları ile, henüz okul çağına gelmemiş çocuklar evlerinin kapı önlerine çıkarak öğrencileri alkışlıyorlardı. Bayramın sevinç ve coşkusu sarmıştı herkesin yüreğini.
Bayram yerini önceden belirlemiştik. Durduğum odanın yüz adım kadar ötesinde Hacı Mustafa’nın odası vardı. Önü düzlüktü. Köyün merkezi sayılabilecek bir yerdi. Orda yapacaktık bayram törenini.
Halk da küçük çocuklarının ellerinden tutmuş, öğrencilerin 23 Nisan Çocuk Bayramını izlemek için tören yerine doğru yönelmişlerdi. Okul çağı yaklaşmış olan çocuklar da peşimizdeydiler. Öğrencilerin ellerindeki bayrakları büyük küçük herkesin ilgisini çekiyordu.
Odanın önüne varınca öğrencileri hilal biçiminde düzene sokuyorum. Herkes yönünü merkezi noktaya dönüyor. Bu arada çevremizdeki kalabalık da durmadan artıyordu.
Seslenenler var öğrenci babalarından:
“Bayramınız kutlu olsun muallim.”
“Kutlu bayramlar öğretmen bey.”
“Sağ olunuz” diyorum. “Bayram, çocukların bayramıdır. Hoş geldiniz.”
Kalabalık iyice artıyor.
Çocuklara sesleniyorum.
“Çocuklar törenimiz başlıyor. Önce İstiklal Marşımızı söyleyeceğiz.”
Sesler kesiliyor.
“Rahat, hazır ol” komutundan sonra hazır olda İstiklal Marşımızı söylüyoruz coşkulu bir biçimde.
Ardından kısa bir bayram konuşması yaparak, özetle şöyle diyorum;
“Devletimizin adı Cumhuriyetten önce Osmanlı Devletiydi. Uzun yıllar büyük bir imparatorluk olarak hükümranlık sürdüren Osmanlı Devleti iyi yönetilemediği için son yıllarına doğru hem torak kaybetti hem de zayıfladı. Düşmanlar, yurdumuza dört bir yanından saldırıp işgal ettiler. Padişah hükümeti İstanbul’daydı. O da düşmanlara teslim olmuştu. Devletimiz hükümetsiz ve başsız kalmıştı. Ülkemiz kara bir yas içindeydi. Bir kurtarıcı bekliyordu.
(SÜRECEK)