Güzel ülkemiz, belalı bir coğrafyada, yakın doğuda yer alıyor.

Her ne kadar Trakya gibi Anadolu yarımadası da Avrupa’nın bir parçası olsa da, Ortadoğu cehennemi hemen yanı başımızda.

Ortadoğu demek, petrol ve doğalgaz rezervleri dolayısıyla, enerji kavgasının en çetin çatışma bölgesi demek.

Geçmiş yüzyıllarda, Avrupa ile Asya arasında geçiş yolunu oluşturan ve iklimi, bitki örtüsü, akarsuları, verimli toprakları ile cazip yaşama fırsatları sunan Anadolu, tüm ulusların göz koyduğu bir kara parçası idi.

Atalarımız, Büyük Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları ile bu topraklara hakim olmanın ötesinde, Avrupa ortalarına, Kafkasya’ya, Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya kadar ilerleyerek, dünyanın en büyük gücü haline gelmişlerdi.

Dolayısıyla, Anadolu’ya göz koyanlar, yüzyıllar boyunca, içlerindeki arzuyu dışa vurma cesaretini bile gösterememişlerdi.

Avrupa’nın bilimde, sanatta, teknolojide ilerlemesi, buna karşılık Osmanlı’nın yerinde sayması, I. Dünya Savaşı ile yaşanan yıkım, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, Osmanlı’nın küllerinden yepyeni ve aydınlık bir Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu, bilinen tarihi gerçekler…

*

Ortadoğu ise, petrol rezervlerinin ortaya çıkışı ile birlikte, dünyaya hükmetme kavgasındaki büyük ülkelerin iştahını kabartan bir bölge oldu.

Bu nedenle de 20. yüzyıl boyunca rahat-huzur yüzü görmedi. Yirmibirinci yüzyılın 17. yılını yaşamaktayız; bu yüzyılda her şey daha da kötüye gitti. Çıkar çatışmalarının ve tahriklerin meydana getirdiği savaşlar, bölgeyi kan gölüne çevirdi. Mezhep ayrışmaları yüzünden kardeş kavgalarında milyonların kanı aktı.

Akmaya da devam ediyor.

*

Türkiye, gerek kendi coğrafi değeri, gerekse enerji kaynaklarının yanı başında oluşu nedeniyle, daima kontrol altında tutulması gereken bir ülke olarak görüldü.

Elbette emperyalizmin Türkiye üzerindeki niyetleri biliniyordu, ama bu hesapları boşa çıkarmanın yolu da, Türkiye’nin çağdaşlaşmasından, bilimde ve teknolojide ileri gitmesinden, güçlenmesinden geçiyordu.

Dünyanın gördüğü en büyük anti-emperyalist liderlerden biri olan Atatürk, bunun için ulusuna hedef olarak “çağdaş uygarlık düzeyinin üzeri”ni gösterdi.

Bunun için hayatta “en hakiki yol gösterici”nin “bilim” olduğunu söyledi.

O’nun uyarılarına ne kadar riayet ettik, ilkelerini ne ölçüde hayata geçirebildik, bu tartışılır.

Hele de “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine ne kadar sadık kalabildik?

*

Ülkemiz üzerinde oyunlar oynandığını biliyorduk, ama kendimize güvenerek, güçlü olarak bunları aşabileceğimizin de bilincindeydik.

İşte o noktada yeterince başarılı olamamışız ki, 15 Temmuz gibi demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelik aşağılık bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık.

Neyse ki, kahraman milletimiz, birlik ve beraberlik ruhu içinde bu kalkışmayı bastırmayı başardı.

*

Darbe girişiminin 1. yıldönümünde, bu noktaya nasıl geldiğimizin muhasebesi elbette yapılmalı, iç ve dış politikadaki hatalarımız gözden geçirilmeli, ama en büyük hatanın “milli birlik ve beraberliğe zarar veren” kutuplaştırıcı, ötekileştirici siyaset anlayışı olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalı.

Biz, bu anlamlı günde de, hep yaptığımız gibi, birlik, beraberlik ve kardeşlik çağrımızı tekrarlıyoruz.

Kimsenin, darbeyi, demokrasiyi katletmeyi aklından bile geçiremeyeceği bir iklimi oluşturmak elimizde.

Demokrasiyle, insan haklarına bağlılıkla, evrensel hukukla…