15 Temmuz 2016 Cuma akşamı başlayan, Cumartesi sabahına kadar devam eden kanlı bir kalkışma idi.

-Cumhuriyetçi, Kemalist ve laik değerlerle donatılmış bir kısım ordu mensuplarının, ettiği yemini unutup kendini Mehdi sanan bir kişiye biat etmesi ile...

-Ve de bu Mehdi'nin talimatlarına uyup, kendi halkına silah çekip, bu ülkenin meclisini bombalaması ile...

Yani inancını ABD'nin hizmetine sunmuş ve devletin sinir uçlarına sızmış, ordu, yargı, istihbarat ve eğitim başta olmak üzere devletin tüm birimlerine yerleşmiş ve de yerleştirilmiş bir cemaatin, Cumhuriyete başkaldırısı idi.

Ve de tüm bu olguların ete kemiğe bürünüp, cemaat diye görünüp, İslam'ı Siyonizm'in ve emperyalizmin hizmetine sunması ile yaşanan kanlı bir kalkışma idi 15 Temmuz.

Ne yazık ki bugüne kadar, İslamcı bir iktidara karşı İslamcı bir cemaatin darbeye kalkışmasındaki asıl irade, iktidar ve muhalefet tarafından ne sorgulanır, ne araştırılır, ne de dillendirilir oldu.

Çünkü; açık bir dille ifade edilirse, bu kanlı kalkışmaya kuşkulu gözle bakılır, bir rant kavgası olarak görülür olmuştu.

Elbette böyle bir bakış, arkadaki asıl iradeyi gölgeler olmuştu.

Elbette böyle bir bakış, asıl güce gözünü kapamak olmuştu.

Ve de böyle bir bakış, büyük bir tehlikeyi göremez olmuştu.

İşte bu durum, üzerinde çokça düşünülmesi gereken siyasal bir olgu idi.

***

Yarın, 15 Temmuz darbe kalkışmasının dördüncü yıldönümü…

Çok şeyler söylenmişti 15 Temmuz için.

Kimi “senaryo” dedi. Kimi “kontrollü darbe” dedi. Kimi “bu bize bir fırsattır” dedi. Kimi de “bu bir darbedir” dedi.

Nitekim Kılıçdaroğlu’nun önce “Dün gece yapılan doğrudan bir darbe girişimidir” deyip sonra “Kontrollü bir darbedir” sözü gibi…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfudur” sözü gibi…

İçinde kuşku taşıyan bu ifadelere ve de 15 Temmuz’a kuşkulu gözle bakanlara karşı, CHP’de önemli bir kimlik olan Grup Başkanvekili Özgür Özel kesin bir nokta koymuştu.

Ve “15 Temmuz’a bazı yerlerde ‘tiyatroydu’ deniliyor, tiyatro miyatro değil, bal gibi kanlı bir darbe girişimiydi; rejime, Meclis’e, ülkeyi yönetenlere, demokrasiye kast ediliyordu ve bu ülkenin rejimini değiştirmeye çalışan bir darbe girişimiydi” demişti.

***

Siyaset bilimcilerine göre, küresel bir projenin İslam dünyasındaki kurumu idi bu cemaat. Ve de bir Mehdi yaratılmıştı bu cemaat için.

-Hem CİA tarafından kollanan hem de inancını, İslam dünyasını kana bulayan ABD'nin hizmetine sunan...

-Ve de Batılı küresel güçler tarafından İslam dünyasına “Kâinatın İmamı” olarak sunulan…

Bir Mehdi yaratılmıştı!

-Devletin damarlarından beslenmiş; devletin sinir uçlarına yerleşmiş...

-Verilen ifadelere bakılırsa orduyu teslim alacak kadar güçlenmiş...

Evet, bir Mehdi yaratılmıştı bu ülkede!

-Her darbede olduğu gibi 12 Eylül 1980’de Atatürk adına yönetime el koyanlar...

-O günden bu güne bu ülkeyi yöneten hükümetler, başbakanlar, Tansu Çiller'ler, Mesut Yılmaz'lar...

-O günlerde bu Mehdi'ye saygılarını sunan Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Abdullah Gül, Tayip Erdoğan’lar…

-Çankaya'da bir hukuk danışmanı gibi oturup, yetkilerini elçilerin güven mektubunu almaktan ibaret sanıp, ülkedeki gidişi odasından seyreden Ahmet Necdet Sezer'ler...

Özet olarak ifade edilirse, gücünü ya bir cemaatten ya da silahlı güçten almaya yönelmiş tüm siyasetler...

Kendini Mehdi sanan bu kimliğin yaratılmasında suç ortağı olmuşlardı!

***

İşte 15 Temmuz, bir ABD projesi olarak bu Mehdi’nin talimatları ile Cumhuriyete karşı bir kalkışma idi.

TRT Ankara Radyosu'ndan “Cumhurbaşkanı gaflet, dalalet, hatta hıyanet içinde...” diye başlayan, “Yurtta Sulh Konseyi yönetime el koydu” denilen kanlı bir kalkışma idi.

Kim ne derse desin Türkiye, 15 Temmuz 2016 günü ilk kez Cumhuriyet karşıtı büyük bir tehlike yaşamıştı ve büyük bir tehlikenin eşiğinden dönmüştü.

Hem de 250 şehit, 2 binden fazla yaralı vererek...

Çünkü o gün kitlesel bir karşı duruş, mecliste ortak bir siyasi duruş, Türkiye siyasetinin yaşadığı çok önemli bir gösterge olmuştu.

Peki, ya bu darbe kalkışması başarılı olsa idi?

Yarınki yazının konusu…