Üzerinden tam 33 yıl geçti. O gün doğanlar bugün 33 yaşında. Tahribatları 33 yıldır sarılamadı. Ve bugün Kenan Paşadan başka da sahibi kalmadı.
İşte bu 12 Eylül darbesinin hazırlık belgeleri, Cumhuriyet Gazetesinde 17 Ağustos 2013 gününden başlayarak 4 gün yayınlandı.
Eğer okumuş iseniz ki, okumuşsunuzdur; darbenin yapılacağı bellidir. Adı "Bayrak harekâtı" olarak konulmuştur bile.
Ülke bir kaosa sürüklenmiş, sokaklar çatışma alanına dönüşmüş; Çorum, Maraş, Sivas, Malatya olaylarıyla darbeye giden yolların taşları döşenmiştir.
Yani bir el, darbe şartlarını hazırlamıştır. Zaten Kenan Paşa da "şartların olgunlaşmasını bekliyorduk" demişti. Yani darbe yapılacaktır.
Ama siyasal iktidar, her nedense bir tepki göstermez; kulakları var duymaz, gözleri var görmez olmuştur.
Peki, ne demektir bu?
Herhalde, ülkenin Batıya entegrasyonunu tam sağlayacak yeni bir ekonomi-politik projenin, askerin yönetiminde inşa edilmesidir.
Ki, öyle olsa gerek... Ve de öyle oldu.
İşte bu proje; emperyalizmin yeni adı "Küresel sermaye"nin önünün açılması, olası bir "Sosyal Muhalefet'in bastırılmasıdır.
Yine de biz, bu gelişmeleri Başbakan Demirel ve devleti yönetenler bilmiyordu demeyelim; çünkü zekâlarına hakaret olur.
Aslında ordu, darbelere araç yapılmıştır diyebiliriz. NATO üyesi olan bir ordu, NATO'dan habersiz bir darbe yapamaz. Çünkü NATO, Batının ekonomik ve siyasal sistemini koruyan gücüdür. Demek ki bu darbe yapılacaktır.
Ve ülkenin büyük çoğunluğunda sıkıyönetim varken engellenemeyen olaylar, 12 Eylül sabahı birden kesilir.
Ve de Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyet, Atatürkçülük adına açık bir cezaevine dönüştürülür.
***
Şimdi şöyle bir sorsak diyorum.
Darbe şartlarının hazırlandığı o dönemde, Başbakan Demirel:
-"Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz" demeseydi...
-Yani ülkede sağ-sol çatışmasını tahrik eden bir dil kullanmasaydı...
-Çorum en büyük felaketi yaşarken bile "Çorum'u bırak, Fatsa'ya bak" demeseydi...
-Darbe hazırladıkları alenen bilinen güçlere dik durabilseydi...
-Yani anayasal düzene karşı müdahale etmenin hesabını sorabilseydi...
Ve yine devam edelim sorularımıza:
-Darbeyle birlikte ülke, bir korku imparatorluğuna dönüştürülmeseydi...
-İnanç ve etnik kimlikleri içinde eriten, demokratik hareketler bastırılmasaydı...
-Dernekler, sendikalar, siyasi partiler kapatılmasaydı...
-Cezaevleri birer işkence evine dönüştürülmeseydi...
-Uyandırılmaya çalışılan Kürt Siyasal Hareketini bastırmak için, İslami değerler kullanılmasaydı...
Bu ülkede; bugünkü gibi bir "inanç ve etnik kimlik sorunu" olur muydu?
Bu ülkede; ülkeyi yarılma noktasına getiren bir "Kürt Sorunu" olur muydu?
Ve bu ülkede; ülke yönetimini devralan, laik kesimi endişelendiren, inancı referans alan bir iktidar olabilir miydi?
Ne yazık ki, Türkiye'de ne siyaset ne de toplum bunu sorgulamadı. Sorgulama gibi bir kültürü ve sorumluluğu da olmadı.
***
Ve yine diyorum ki, o gün darbeyi yapan ordunun subayları, bugün çoğu emekli yarbay, albay, general ve amiral. Hatta bir kısmı darbe hazırlıkları gibi bir iddiayla Silivri'de yattılar ve ceza da aldılar.
Onlar, o gün ordunun hiyerarşik disiplini gereği görev almışlardı ama:
-Aslında demokratikleşmenin itici gücü olan, ama tasfiye ve tahrip edilmiş "Sosyal Muhalefet'in yerini, etnik ve inanç kimliklerinin nasıl doldurduğunu...
-Ülke kaynaklarının, 12 Eylül darbesiyle önü açılan "Küresel Sermaye" tarafından nasıl sömürüldüğünü...
-Ülkenin bugün bir bölünme ve yarılma noktasına nasıl geldiğini...
Yani, darbenin arkasındaki asıl iradeyi ve 12 Eylül 1980 darbesiyle neye hizmet edildiğini görebildiler mi?
Ve bugün, Ergenekon, Balyoz gibi davalarda tutuklanmış, yargılanmış olan subayların eş ve çocuklarının çektiği acıyı, 12 Eylül darbesiyle bütün Türkiye'de anne, baba, eş ve çocukların hem de çok fazlasıyla çektiğini duyabildiler mi?
Yani dememiz odur ki; 12 Eylül darbesini yapanlar, yaptıranlar, darbecileri çiçeklerle kutlayanlar, basında alkış tutarak yalakalık yapanlar ve bugün Kenan Paşayı yalnız bırakanlar, bir vicdan muhasebesi yaptılar mı?
Ve de dememiz odur ki; bu ülkenin kaymağını yiyen başta İstanbul Sermayesi olmak üzere iş dünyası, daha ilk gün darbeci paşaları kutlarken; halk çocukları ise cezaevlerine doldurulurken, işkenceden geçirilirken, yaşı büyütülerek idam edilirken, hiç olmazsa bugün bir vicdan azabı duydular mı?
Bilemiyorum ki, başka ne demeli ne sormalı?