20 Ekim günlü yazımın sonunu,
"...diyebiliriz ki, 1 Kasım seçimleri Türkiye'nin gelecek siyasi haritasını belirler olacaktır. Ve de 1 Kasım seçimleri, belki de Türkiye için yeni bir milat olacaktır" diyerek bağlamıştım.
Öyle de olmalıdır. Çünkü 1 Kasım, Cumhuriyet tarihinde çok önemli bir gündür.
1 Kasım, bu ülkenin tarihinde saltanatın kaldırıldığı gündür; saltanatın yeniden geldiği gün olmamalıdır.
Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet için önemli bir tarihsel dönüşümdür. Tarihsel diyalektiğin getirdiği zorunlu bir sonuçtur.
Cumhuriyeti kuranlar, bu diyalektik dönüşümü doğru okumuşlardır ve tarihle bir çelişkiye düşmemişlerdir.
Yani 1 Kasım, saltanatın yeniden geldiği bir gün olmamalıdır.
Çünkü bugün, Osmanlıya öykünme ve de bir saltanat sevdası görünür olmaktadır.
***
1 Kasım, halen darbe anayasasından demokrasi beklemenin de son günü olmalıdır.
Ve de 1 Kasım, özellikle farklı siyasi kimliklerin kabul edildiği, farklılıkları bir arada yaşatan siyasal ve toplumsal bir iklimin doğduğu gün olmalıdır.
Çünkü uyanmış kimlikleri bastırmanın, bölünmüşlüğü ve ayrılığı tetiklediği görülmelidir.
Çünkü toplumun, etnik ve inanç kimliklerine bölünmesi tehlikelidir ama bu bölünmüşlükte siyasetin birinci derecede suçlu ve sorumlu olduğu bilinmelidir.
Yani 1 Kasım, bu ülkede kalıcı bir birliğin işareti olmalıdır.
***
1 Kasım’da, 1980 anayasasından demokrasi bekleyen zihniyet artık tarihe gömülmüş olmalıdır.
Çünkü, 1980 darbesi ve 1980 anayasası ile bu ülkede az da olsa varolan demokrasi kültürü yok edilmiş, totaliter bir yapının önü açılmıştır.
1 Kasım'da, bir 12 Eylül ürünü olan % 10 barajına umut kapısı gibi bakmak bırakılmış, karşıymış gibi gözüken sahte davranış terk edilmiş olmalıdır.
Bilinmelidir ki, % 10 barajından siyasetin bütün renkleri sorumludur. 1980'den bu güne kurulan 20 hükümetin 20'si de sorumludur.
Çünkü hiçbir hükümet döneminde, geniş tabanlı toplumsal iradenin mecliste temsil edilmesinin önü açılmamıştır.
***
1 Kasım'dan sonra, şu meşhur Salı grup konuşmaları ya iptal edilmelidir, ya da küfür edebiyatı bırakılmalıdır.
1 Kasım'dan sonra, "sokak jargonu" ile yapılan siyaset, tribüne seslenen popüler siyaset terk edilmelidir.
1 Kasım'dan sonra, özellikle karşılıklı etnik duyguları kışkırtan dil terk edilmiş olmalıdır.
Bugün karşımızda, 13 yıldır referandum, yerel seçim ve genel seçim olmak üzere toplam 9 seçim kazanmış bir AKP, sürekli seçim kaybetmiş bir CHP, MHP ve de HDP vardır.
Bu sosyolojik ve siyasal vaka özellikle sorgulanmalıdır.
1 Kasım'dan sonra eğer sonuç koalisyon gerektiriyorsa, muhalefet öncelikle iktidar olmalı ya da iktidara ortak olma sorumluluğunu almalıdır.
Çünkü bu ülkeyi bir Suriye yapmak isteyen, arkasında küresel güçlerin olduğu ve ülke içinden desteklendiği dillendirilen, Suruç'ta, Ankara'da kanlı katliamlara imza atan büyük bir terör dalgası vardır.
Ve daha da önemlisi, bu ülkede çözülmesi gereken bir sorun vardır. Bu da "Kürt Sorunu"dur. Ve de bu sorunu, bu ülkenin siyaseti çözmelidir.
Aksi durumda sorun, uluslararası bir alana kaymakta ve de bu sorun, ülkenin bölünme riskini içinde taşımaktadır.
***
Peki, bu istenenler yerine getirilebilir, bu sorunlar çözülebilir mi? Evet, yerine getirilebilir ve de çözülebilir. Elbette bir koşulla:
Eğer siyasette, politik hırslar terkedilir, ülke çıkarlarına daha öncelik verilebilir ise...
Eğer Suriye'den Türkiye'ye transfer edilen, daha büyük bir tehlikenin "Ankara Katliamı"ndaki sonuçları görülebilir ise...
Eğer iktidar ile muhalefet, savaş baltalarını indirebilir ise...
Ve de eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasi kimliğinden sıyrılıp tarafsız bir kimliğe girebilir ise...