115 gündür Çorum’dayım. Ziyaretler, ziyafetler vs. ile geçen “Ekmek elden, su gölden” diye tanımlanacak bir durum.

İnsan bu kadar rahata aşılınca; yazı yazmak da “külfet” gibi görünmeye başlıyor. 

Geçen haftayı  “Tarihin Kıdemli Delikanlılarından Bazırları”nı internetten alıp aktararak durumu idare ettik...

Şimdi de Çorum Lisesi’nde devrinin 139 numaralı öğrencisi Prof. Dr. Turan Ilgaz'ın gönderdiği; nefis e-maili sunarak zor şartların zor yazılarından kurtulmuş olacağız. Yazıda bürokrat ve memurlar için kullanılan olumsuz sözcükler bana ait değil. Yazı internetten alınmış herhangi bir eksiltme veya ekleme olmamıştır.  

*     *     *

Yıl 1943.

Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.

Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:

“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.

– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?

– Alıyorum.

– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…

23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.

Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.

O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.

İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar:

“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”

Köydeki çocuklar şaşırır.

Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.

Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.

“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.

Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.

Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.

Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.

Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.

Zenith ve Singer’e mektup yazar:

“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.

Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

Girişimcilik ne biliyor musun?

Bulunduğun yere yenilik katmalısın.

Mutlaka adım atmalısın.

Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.

Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.

*     *     *

Kütüphaneci Mustafa'ya yakışmayan kulp takarak emekli edilmesine benzer olaylar çok yaşanmıştır.

Kendi başımdan geçen bir olayı siz değerli okuyucularım ile paylaşmak isterim:

Elazığ iline tuğla fabrikası yapacağımız tuttu. Yıl 1973. Buna çok memnun olan Belediye Başkanı Ardıçoğlu “Vakit kaybetmeden kazmayı vurup başlayın! Ruhsat işlerinizi biz hallederiz!” dedi.

Biz de ertesi gün öyle yaptık. Fakat üç gün sonra iki belediye görevlisi geldi, ruhsatsız inşaat yaptığımız için ceza yazdı. Belediye Başkanına durumu arz ettiğimde başkanın ne kadar üzüldüğüne şahit olurken, başkana muhalif belediye personelinin başkanın oda kapısının önüne toplanıp "Oh olsun!" dercesine zevkten dört köşe oluşlarını gözlemledim.

O insanların ne bana, nede şehirlerine yapılacak fabrikaya karşı olduklarını düşünmüyorum. Başkana karşı oluşlarından düşünmeden tavır alıyorlardı. Arsa yatırımından başka bir yatırım yapmadığımız için "bu iş burada olmaz!" diye vazgeçip geri çekilebilirdik, ama bizde de biraz inatlık olduğu için yola devam ettik.

Böyle şeyler uzlaşma kültürünün olmayışından, algılama zayıflığından kaynaklanır. Eşek ile getirilen kitaplardan okudukları ile ufku açılıp beklenmedik pozisyonları yakalayanların sayısını bilemeyiz. Ama az olmadıkları kesindir.

Kütüphaneci muhteremi küçümseyenler bu durumu algılayabilseler utançtan yerin dibine girerler.  

Yanlış yaklaşımların zamanla düzeleceğini umuyorum.

En güzel günler sizlerin olsun.