Ben de öyle biliyordum.

Bir zamanların dillerden düşmeyen, benim de çok sevdiğim bu ezginin; “zeytin gözlü bir sevgili için bestelendiğini” sanıyor idim.

Öyle değilmiş meğer.

Meğer bu ezginin güftesinin ardında; yürek burkan, gözyaşı döktüren bir öykü varmış.

Beni çok etkileyen bu öyküyü, sizi de etkileyebilir düşüncesiyle köşeme taşıdım.

Hele bir okuyun.

* * *

Hüceste Aksavrın iyi bir ailede yetişmiş, çağdaş, kültürlü bir kadındır. Edebiyata meraklıdır.

Duygularını dizelere dökmeyi seven bir ozandır.

Bir gün tüberküloza yakalanır.

Tedavi için Heybeliada Sanatoryumu’na yatar.

Uzun sürer tedavisi.

Doktoru, Ömer Münif’tir.

Doktor-hasta ilişkisi zamanla aşka dönüşür. Ve bu aşk evlilikle sonuçlanır.

Çok mutludurlar.

Mutlulukları bir süre sonra, Mehmet’in doğumuyla taçlanır.

Mehmet büyür ve aile onun geleceğini düşünmeye başlar.

Her ana-baba gibi onlar da Mehmet’in iyi yetişmesini istemektedirler. Birbirlerine, Mehmet’in özlemini yüreklerinde saklamaya söz vererek, Mehmet’i Avrupa’ya gönderirler.

Mehmet, Avrupa’ya gider gitmesine de; Mehmet’in dönmesini özlemle bekleyen aile, özlemin yanına hayal kırıklığının da eklenmesiyle, derinden sarsılır.

Mehmet, okulu bitirir ama dönmez ülkesine ve de anasına, babasına. İsviçre’ye yerleşir.

Ozan ruhlu ana, yüreği burkularak oğlu için bir şiir yazar:

… …

“Zeytin gözlüm sana meylim nedendir?

Bu sevmenin kabahati kimdedir?

Gül olmuşsun dikenlerin bendedir.

Zeytin gözlüm, uzaklarda işin ne?

Şarkıları düşürürüm peşine?

Zeytin gözlüm özlem ektim yollara.

Rast gelirsen, halimi sor onlara.

Gülkurusu akşamlar senden yana.

Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne?

Şarkıları düşürürüm peşine…”

* * *

Tüberkülozu yenen Hüceste Hanım, bu kez de kadere yenilmiştir.

Bir süre sonra da eşini kaybeder; iyice yalnız kalır ve yaşamını, bakım evinde geçirmeye başlar.

Zaman durmaz, akar gider; 87 yaşına gelince de bakımevinde vefat eder.

Dinmek, tükenmek bilmeyen evlat özlemini, içinde besleyen Hüceste Hanım, o ozan yüreğinde, ümidi hep diri tutmuştur.

Mehmet’in hiç olmazsa cenazesine geleceği ümidiyle; “…Bu mektubu, cenazemde Mehmet’e verin,” diye bir mektup bırakır, bakım evindeki arkadaşlarına…

O mektubunda da şöyle seslenir Mehmet’ine…

“Bir sabah bakacaksın ki bir tanem;

Yoğum ben…

Sana bırakıyorum dünyayı.

Söz aldım saatlerden, bir tanem,

Sana koşacaklar.

Söz aldım gecelerden, seni uyutacaklar.

Söz aldım şarkılardan. sana beni hatırlatacaklar.

Gözlerimdeki son yağmurlar;

Pencerende beni anlatacaklar sana, bir bir...

Belki bir gün buğday misali düştüğüm yerde,

Kim bilir nerelerde

Belki bir dikenin dibinde…

Bir sabah bakacaksın ki bir tanem

Artık yoğum ben.

Sana bırakıyorum bu dünyayı.

Elveda bir tanem, elveda…”

* * *

Hüceste Hanımı ölümsüzleştirmek isteyen Selahattin İçli; alır bu sözleri hüseyni makamında seslenir, kalpleri olanlara.

İnci Çayırlı ile birlikte katılırlar cenazeye.

Sebahattin İçli, İnci Çayırlı’dan, bestelediği bu şarkıyı; Hüceste Hanımın mezarı başında okumasını ister..

Defin işlemleri tamamlanır, herkes dağılır,

İnci Çayırlı oturur mezarın başına; evladının özlemiyle göçüp giden o anaya seslenir:

Önce, “Zeytin gözlüm, sana meylim nedendir?” der.

Sonra da “Bir sabah bakacaksın ki, bir tanem; ben yoğum.”

… …

Tanrı evlat özlemiyle yanıp, tutuşan hiçbir anayı; evladına sarılamadan çekip almasın bu dünyadan.