Zamanı geldiği zaman, bırakmasını bileceksin!...           
Neyin zamanı?...
Her şeyin!...
Her şeyin bir zamanı, bir süresi var. O gün geldiği zaman, bırakmasını bileceksin.
İçtiğin içkinin, sigaranın, yediğin yemeğin, yaptığın sporun, yaptığın mesleğin, siyasetin, temsil ettiğin görevin, üstlendiğin misyonun... her şeyin, her şeyin bir süresi var. O gün geldiğinde, bırakmasını bileceksin.
“Ay efendim, bırakasım var da, bıraktırmıyorlar. Yerin dolmaz diyorlar!...”
Dolar!... 
Hem de öyle bir dolar ki, şaşar kalırsın... 
Tüm dünya mezarlıkları, “yerim doldurulamaz” diyenlerle dolu...
Yöneticiliğin bilimini yapan Batılılar; hiçbir koltukta, hiçbir kimseyi bir dönemden, bilemedin iki dönemden fazla oturtmuyor. Oturtmuyor, çünkü yıprandığını (yıpranacağını), dahası başarılı olamayacağını, verimli olamayacağını biliyor. 
Amerika’nın en başarılı başkanıydı Bill Clinton... Görev süresi bitince, kimse ona; “...gel, gitme, bizi bırakma, bu koltuğu senden başkası dolduramaz...” demedi. Zaten Clinton da azgelişmiş ülkelerin, yüzsüz siyasetçileri gibi koltuğuna yapışmadı. Uygar insanlar gibi davrandı, koltuğundan kalkmasını bildi. O şimdi Amerika’nın (hatta Amerikan aleyhtarı ülkelerin bile)  sevilen, sayılan bir lideri...
Diğer Amerikan Başkanları da öyle yaptılar. Bir bilemedin iki dönem görev yaptıktan sonra ayrıldılar.
Olması gerekeni yaptılar..
Koltuğa yapışmak, bizim gibi az gelişmiş ülkelere özgü bir olay.
Yapışmayacaksın koltuğa.
Zamanı geldiği zaman kalkmasını bileceksin koltuğundan!... 
Bu bir kültürdür, erdemdir... 
Uygarca bir tavırdır...
Uzağa gitmeye gerek yok. Bakın yakın çevrenizdeki kamu kurumlarına...
Her görev değişikliğinden sonra o kurum, nasıl bir ivme kazanıyor... Nasıl yenileniyor, nasıl gelişiyor, nasıl büyüyor... Hizmetin kalitesi nasıl artıyor... 
Haa...  o kurumların bundan önceki yöneticileri yeteneksiz, yetersiz ya da verimsiz miydi?... Hayır!... 
Elbet onlar da iyi şeyler yaptılar, onlar da pek çok başarıya imza attılar... Ama (doğal olarak) belli bir süre sonra heyecanlarını yitirmeye, bulundukları ortamı kanıksamaya, etrafı flu görmeye, işletme körlüğü denen hataları yapmaya başladılar.
Bunlar insanın doğasında var. 
Hepimiz yaşadık bunları... Bunlar anormal şeyler değil ki...
Peki ne yapmak lazım?...
Zamanı gelince, bırakmasını ve bıraktırmasını bilmek lazım!...
Bunun için ne lazım?...
Tehditlere, kuru gürültüye pabuç bırakmamak lazım. Hatta o tehditlere karşı, yapılacağı yoksa da inadına yapmak lazım. 
Yani mertliği, dürüstlüğü, delikanlılığı elden bırakmamak lazım…
“Komplo teorileri hastalığına” kapılmamak lazım…
“Hasta komplo teorisyenlerinden” uzak durmak lazım... Onların komplo teorilerine inanmamak lazım...
Efendim biz yaşlısına değil de, gencine oy verirsek; belediye (ya da belediyeler) yıpranırmış, hizmet aksarmış, şu kurum ya da bu kurum falancaların eline geçermiş, bundan Alanya (ya da Hanya, Konya her neyse işte) zarar görürmüş... miş, miş, miş...
Korkmayın hiç bir şey olmaz. Tam aksine taze kan, yeni soluk; o kuruma da, o kente de  birlik, bütünlük, dirlik getirir, dinamizm getirir...
Deneyin ve görün!...
Zamanı gelince bırakmasını ve bıraktırmasını bilmek lazım!...
Bırak(a)mıyorsan o senin “bencilliğinden”; bıraktıramıyorsan o da senin “acizliğinden” kaynaklanıyor kardeşim.
Kimse, kimsenin aklıyla alay etmesin.