Son yıllarda bir  “yüzleşelim” edebiyatıdır aldı başını gidiyor. 
Olur olmaz her yerde, ilgili ilgisiz her ortamda biri ya da birileri çıkıp, “tarihimizle yüzleşmeliyiz…” diyor.
Ülke haritasını (dış mihraklar tarafından pompalanmış bilgiler(!) çerçevesinde) yeniden çizmek isteyenler, bilinçli ve sistematik olarak, tarihi çarptırıyor; gerçek kahramanları hain, hainleri kahraman gibi gösteriyor.
Aynı tornanın ürünü bu adamlar,  köşeye sıkıştıkları anlarda (daha çok) sarılıyorlar bu safsatalara ve “siz önce geçmişinizle yüzleşin…” diyorlar. Her boyayı boyandık da, fıstıki yeşili kaldı hesabı…
“Hayhay…” diyorsunuz; “yüzleşelim, yüzleşelim de; tek taraflı olmasın bu yüzleşme, enine boyuna yüzleşelim…”
Anında itiraz geliyor, “Hayııırr, benim gözlüğümle, benim sözlüğümle, benim belgelerimle, benim bildiklerim, benim duyduklarım, benim duyumsadıklarımla tartışıp, yüzleşeceğiz…”
Yani?
“Yani, bu zamana kadar siz anlattınız, birilerine dinlettiniz, ancak devir değişti; bundan böyle biz anlatacağız siz dinleyeceksiniz…” diyorlar.
Ardından da; tarihi gerçekleri çarpıtma taktikleriyle güçlendirilmiş karalama siyasetlerine başlıyorlar.…
“…Resmi tarihin tümü yalan dolan… Atatürk diktatördü… Vahdettin hain değil, kahramandı… İskilipli Atıf Hoca yurtseverdi… Said-i Nursi bir melekti... İsmet İnönü haindi… Menemen/Kubilay olayı düzmeceydi,  İstiklal Mahkemeleri objektif çalışmadı… Adnan Menderes sütten çıkmış ak kaşıktı… vs, vs…” 
Sadece bunlar mı?
Bu güruhun, uzak ya da yakın tarihimize yaklaşımı da böyle…
Dersim olaylarına da aynı kafa, aynı mantıkla yaklaşıyorlar…
“…CHP, Dersim’de katliam yaptı… Oysa Dersim Halkı yunmuş yıkanmış bir melaikeydi... Seyit Rıza, asi değil, bir yurtseverdi… Bu topraklar için Ruslarla savaştı… Şöyle masum, böyle garibandı… Devletine sadıktı… Emperyalist güçlerle zinhar işbirliği yapmadı; onlarla iletişim kurmadı, onlarla yazışmadı, onlardan yardım istemedi, diğer aşiretleri kışkırtmadı, onları örgütlemedi… vs, vs...” 

*    *    *
Gelin bugün, köşemizin elverdiği ölçüde, Dersim Olaylarını irdeleyelim; daha sonraki günlerde de “yüzleşmeci şarlatanların” dillendirdiği, diğer konularla yüzleşiriz…

*    *    *
1900’lü yıllar…
Emperyalist güçler, yerli işbirlikçileriyle birlikte Osmanlı Devletini yağmalarken; Mustafa Kemal ve arkadaşları, Osmanlı Devletinin enkazından,  yeni bir devlet var etmeye çalışıyor.
Yurtsever güçler, büyük bir azim ve inançla bu mücadeleyi verirken; iç ve dış düşmanlar da boş durmuyor. Genç Türkiye Cumhuriyetine soluk aldırmamak için ellerinden ne gelirse yapıyorlar.
1924 yılından 1937 yılına kadar geçen on üç yıllık sürede (Dersim İsyanı ayrık)  17 isyan (4) oluyor.
Dersim’le birlikte tam 18 isyan…
Kaldı ki, bu isyanların öncesi de var. 1921’de Koçgiri İsyanı var. Ayrıca eyleme dönüştürülmeden bastırılan isyanlar da var; onlar bu sayıya dâhil değil.
Daha daha gerilere gidersek, isyan sayısının 30’un da üzerinde olduğunu görüyoruz.
Her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de Anadolu coğrafyasının bu bölgesinde, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Ermeni ajanları cirit atıyor.
Her evde birden fazla silah, çokçanın ötesinde mühimmat var. Suriye üzerinden getirtilen silahlar, (sürekli) yöre halkına dağıtılıyor. Sadece erkekler değil, kadınlar da silahlarla haşır neşir; kadınlar da (çok iyi derecede) silah kullanıyor.
Beyinleri sürekli yıkanan yöre insanı, istim üzerinde; isyanla yatıyor, isyanla uyanıyor.
Dillerde, Yeniçeri İsyanlarıyla özdeşleşmiş o malum söz; “istemezük!...”
“İyi de kardeşim, derdiniz ne? Ne ya da neyi istemiyorsunuz?” dendiğinde, bir çırpıda sıralıyorlar;
Feodal düzenimize dokundurmazuk... 
Aşiretlerimizi  ellettürmezük…
Ağalık düzenimizi bozdurmazuk… 
Soygun düzenimize kimseyi karışturmazuk…
Silahlarımızı bırakmaz, kimselere vermezük…
Eşkıyalarımızı, soyguncularımızı, hırsızlarımızı kolluk güçlerine teslim etmezük…
Vergi de vermezük, asker de vermezük… 
Okul, köprü, yol, karakol istemezük…
Yeni ilçe, yeni nahiye kurdurmazuk…
Ulusal devleti de onun getireceği kuralları da tanumazuk…
Ve…
Ve sizi bu sınırdan berüye (ağalarımızın bilgisi ve izni olmadan)  geçirmezuk…
… …
Şaka ya da abartı değil, istekler aynen bu doğrultuda. (Nitekim, Abbasuşağı Aşiret Reisi Seyit Rıza, bütün bunları yazılı bir metne dönüştürtüp, -kendi deyimiyle- Kemal Paşalıya, yani Devlete gönderiyor.)