Günümüzde bir çok firma büyüme eğilimine hız kazandırmak amacıyla yurt dışı satışlarına önem vermeye başlamıştır. Ayrıca globalleşen ticaret ivmesini yakalamak için ihracat artık olmazsa olmaz unsurlar içinde yer almıştır. Bununla beraber yapılan yurt dışı satışlar beraberinde bir çok sorunu işletmenin sırtına yüklemiştir. Bu sorunların en önemlisi ise, Akreditif yapılmaksızın gerçekleşen ihracat sonucu “ yurt dışında hiç alınamaz hale gelen veya şüpheli duruma düşen alacaklardır.

Bilindiği gibi yurt içinde şüpheli duruma düşen ticari bir alacağın belirli şartları yerine getirmemiz halinde vergi matrahından indirmek suretiyle vergi avantajı sağlayabiliyoruz. Peki aynı avantaj yurt dışı müşterilerinden oluşan oluşan alacaklarımızın şüpheli hale gelmesi halinde var mı ? bir bakalım.

Eğer yurt dışındaki kişi, kurum veya kuruluşlara yapılan mal veya hizmet ihracatı çerçevesinde oluşan alacaklarımızın “ dava ve icra takibine değmeyecek” derecede küçük olması halinde bu alacaklarımızı vergi matrahından indirebiliriz. Ancak “ dava ve icra takibine değmeyecek” derecede küçük olup olmadığının ölçülerini çok objektif koymamız gerekiyor. Mesela 10.000$ küçük bir alacak mıdır ? yoksa 1.000 $ mı küçük bir alacaktır. Ödeyeceğimiz vergiyi doğrudan etkileyen bu avantajı doğru kullanabilmek için bu hususa dikkate etmemiz gerekir.

Eğer yurt dışındaki alacağımızın meblağı yüksek bir değer de ise, Vergi kanunlarındaki şartın yerine getirilmesi halinde vergi matrahından indirilebilir. Bu şart ; Alacak için dava veya icra safhasına gelmesi ve yasal işlemlere başlanmış olmasıdır.Ayrıca, bu  belgelerin  dış  temsilciliklerimize  onaylatılması  veya  Lahey Devletler  Özel  Hukuku  Konferansı   çerçevesinde  hazırlanan   Yabancı   Resmi   Belgelerin Tasdik  Mecburiyetinin   Kaldırılması   Sözleşmesi    hükümlerine   göre   onaylanmış   olması gerekmektedir.

Dava ve icra safhası eylemindeki sorun ise hangi mahkemelerin yetkili olduğudur. Yurt dışında ortaya çıkmış bir alacağımıza ülke mahkemelerinde veya icra bölümlerinde hakkımızı arayamayacağımıza göre başka bir yol olmalı. İşte, uluslar arası uyuşmazlıkların çözülmesi amacıyla ülkemizde 2675 sayılı Milletler Arası Özel hukuk ve usul Hukuku hakkında kanun çıkartılmıştır. Bu kanun çerçevesinde uluslar arası ticari sözleşmelerden doğan ihtilaflar ( alacak-borç ) bu kanun kapsamındaki hükümlere göre çözülecektir.

Uygulamada yapılan en büyük hatalardan biriside şudur. Alacak şüpheli duruma düştüğü dönem ( yılda) vergi matrahından indirme işlemine esas karşılık ayırma işleminin yapılmamasıdır. Halbuki şüpheli duruma düşen bir alacak için şüpheli hale geldiği hesap döneminde karşılık ayırmak zorundayız. Şüpheli hale gelen dönemi geçirir ise sonraki dönemlerde karşılık ayırarak vergi avantajından yararlanılmayacağının bilinmesini isterim.

Kayıt denetiminin hızlandığı ve her geçen gün kayıt dışı işlemlerin daraltıldığı dikkate alınır ise artık vergi kaçırma eğilimin bir kenara bırakıp “ vergiden kaçınma” şeklinde değerlendirdiğimiz avantajlara yönelmemiz gerekmektedir. Gerek yurt içinde gerekse yurt içindeki ticari faaliyetlerimiz sonrası ortaya çıkan alacaklarımızın şüpheli duruma düşmesi ve vergi kanunlarında şartları yerine getirerek bu şüpheli alacaklarımızdan karşılık ayırmak suretiyle işletmemiz için sağlayacağımız avantaj da bunlardan sadece birisidir.