12 Eylül 1980 devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dönüm noktalarından biridir. Ve hiçbir şey o tarihten sonra eskisi gibi olmamış, ABD’nin deyişiyle “bizim çocuklar “diye sıfatlandırılanlar ve ardılları tarafından dönüştürülmüş, ülke karşıdevrim sürecinde ileri bir evreye girmiştir.

1950’li yıllarda doğanlar 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası için kendi pencerelerinden çeşitli fotoğraflar biriktirmişler ve bu görüntüleri sohbetlerinde, yazılarında paylaşmış ve/veya paylaşmaya devam etmektedirler.

Biz de yaşımız ve siyasi duruşumuz gereği 12’nin hem baharını, hem hazanını görmüş biriyiz. 12 Mart 1971’den 12 Eylül 1980’e uzanan süreç, açık ve gizli nice “toplum mühendislerinin” katkılarıyla 12 Eylül 2010 referandumuna getirilmiştir.

Bir an durup düne ve güne baktığımızda ne çok sebep var sonuçlanan ve ne çok sonuç var yarınlara sebep olan.

Liselerden felsefe, sosyoloji ve mantık derslerinin kaldırılması 12 Eylül 1980 darbesinin götürülerinden biridir. Ne yazık ki pek de önemsenip, üzerinde durulmayan bir uygulamadır.

“Ülkede bunca sorun varken sırası mı şimdi felsefenin, sosyolojinin, mantığın?" diyerek altyazı geçen dostlarımı, duyar gibiyim. Lakin kazın ayağı hiç de öyle değildir.

1980’de on yaşında olan çocuklar bugün 40’lı yaşlarındalar. İnsanın hem düşüneceği ve hem de koşabileceği çağdır kırklı yaşlar… Ve bu yurttaşlarımızın önemli bir çoğunluğu, 41 kere maşallah ki, ne felsefe, ne sosyoloji, ne mantık derslerini okumadan lise öğrenimlerini bitirmişler, belki de üniversite diplomasını ceplerine koymuşlardır.

Pertevniyal Lisesi’nde felsefe, sosyoloji ve mantık derslerimize giren Şükriye Tütengil hocamı sevgi, saygı ve minnetle anıyorum. Meraklısı için ek: (Şükriye öğretmen 1980 öncesi faili meçhul (!) Bir suikasta uğrayan Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in eşidir.)

Bugün toplum olarak yaşadığımız algı bozukluklarımızın, olan bitene karşı muhalefet eder gibi görünürken, farkında olmadan, “işkencecisine âşık olmanın”  nedenini ve sonuçlarını hiç düşünüyor muyuz?..

İnternet üzerinde yayın yapan gazetelerdeki yorum bölümlerine yazılan metinler bizi bu yazıyı kaleme almaya zorlamıştır. “Dinleyen söyleyenden arif gerek” sözü sanki bizim toplumumuza değil de uzayda keşfedilmemiş bir gezegene ait…

İşin daha da vahimi, camiinin içi varken dışına bakılmaz örneğinde olduğu gibi, ön planda olan kesim “Ben Atatürkçüyüm…”, “Ben Kemalist’im…”, “Ben Cumhuriyetçiyim…” diyenlerdir.

Çünkü Kemalist Devrim’in yeniden inşa sürecinde milletle birleşerek, onu tek çatı altında birleştirmede bu kadrolara tarihi bir görev ve sorumluluk düşmektedir.     

Figen Özen’in “Türk Açılımı İstiyoruz… Türk…” başlıklı yazısına yazdığım yorumu burada paylaşarak sürdürelim yazımızı… (http://www.ilk-kursun.com/haber/77197)

“İnsanın gerçeğini, onun algıladığı dünya oluşturur. İnsanın algılamasını etkileyen en önemli faktörlerden biri, o insanın dünyaya bakarken hangi niyetle baktığıdır.” Doğan CÜCELOĞLU

1-Dünyaya bakarken ise baş çelişme ve baş düşman saptamaları yapılır. Bugün dünyada yaşanan baş çelişme emperyalizm ile ulus devletler arasında yaşanmaktadır ve baş düşman da kaçınılmaz olarak emperyalizmdir.

2-Emperyalizm, Türkiye gibi feodalizmi tasfiye edememiş ülkelerde din etkenini kullanarak bölme ve parçalama emellerine ulaşmaya çalışmaktadır.

3-Bu amaç için çalışan emperyalizm ona karşı oluşacak en geniş cepheyi de kendi içinde bölerek etkisizleştirmeye çalışmaktadır. İşte burada baş düşman ve baş çelişme saptamaları kullanılmaktadır. Hiçbir toplumda tek çelişme bulunmaz, bulunamaz. Bu eşyanın, toplumun, bireyin doğasına aykırıdır.

4-Türkiye’de toplumun inançları belirleyici olan kısmı “Allah’la kandırılırken”, lâik dünya görüşünden yana olan kesim de Mustafa Kemal’in altı ilkesini “Cumhuriyetçilik ve Lâikliğe” indirgenerek ve bu şekilde algılatılarak, oluşacak antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı cephe parçalanmaktadır. Ayrıca toplumda emperyalizme karşı birlikte omuz omuza durması gereken kesimler kendi içlerinde çatıştırılarak yapay cepheler kurulmaktadır.

Meseleye bu bağlamda bakmak bizce aklın ve Kemalizm’in gereğidir. Laiklik ilkesini türban denen ve topluma şırınga edilen bu alışkanlıkla sınırlandırmak ne derece doğrudur. Kızarız, bağırırız, çağırırız ama yeni ve oldukça geniş bir tüketici topluma hitap eden bu nesnenin nereden geldiğini araştırmayız.

Türban bazı Atatürkçü geçinenler için, ortak ve büyük düşmanın ötelenerek, ana sorun haline getirilmesi son derece yanlıştır. Türban ve benzeri tüm kisveler, suni döllenmeyle yeniden diriltilerek, Türk'ün gündemini değiştirmek ve gerçek tehlikenin üzerini örtmek için emperyalizm tarafından kullanılan bir bez parçasıdır.

Hizbullah lideri Nasrallah'ın, 1982'de var olan iç savaşta Şii kızları, diğer kadınlardan ayırt etmek adına uydurduğu bir üniformadır. Nasrallah'ın amacı Şii kızların vurulmasını önlemektir.

Özal iktidarı ile birlikte bu örtünüş şekli ülkemizde de pazar bulmuş ve yayılmıştır. Fransızların ilk önce Lübnan'da uyguladığı bir modadır. Toplumumuzun bu noktaya takılıp, ana düşmanı ve gerçekten var olan büyük tehlikeyi görmezden gelmesi ise aklın, bilimin ve Kemalizm'in gereğini yerine getirmeyi, alışkanlık haline getirmeyi unutmamızdan olsa gerektir.

Aynı yolda yürüyen, aynı gazeteleri okuyan, benzer televizyon kanallarını izleyenler, sorulduğunda, “Atatürkçüyüm, Kemalist’im, Milliyetçiyim, Ulusalcıyım, Devrimciyim” diyenler nasıl oluyor da Mustafa Kemal’in ilkelerini algılamada sapmalar oluyor ve eleştiriler yapılırken baş düşman yerine birbirlerini adeta kırıp dökerek(!)hedef alabiliyorlar?

Burada 1990’lı yıllardan kalma bir gazete haberini paylaşmanın zamanıdır. Bir gazeteci İstanbul Sultanbeyli’de bir kahvede              yaklaşan seçimler nedeniyle nabız yoklaması yapmaktadır. Sultanbeyli o dönemde henüz ilçe olmamış, yapıların nerede ise tamamı kaçak, adeta korsan bir kasabadır.

- Seçimlerde kime oy vereceksiniz?

- HADEP’e…

O dönemde HADEP’in Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması gündemdedir. Gazeteci bunu düşünerek sorar…

- HADEP kapatılırsa?

- O zaman oyum Refah Partisi’nedir…

Lütfen dikkat… Cumhuriyet ve devrim karşıtı biri olaya nasıl yaklaşmaktadır? O yıllar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi gezerek Cumhuriyet karşıtı söylemlerini ısrarla tekrarlamaktadır. Mehmet Metiner’e Kürt Raporu yazdırmaktadır. Demokrasinin bir tramvay olduğunu, istediği zaman binip, istediği zaman ineceğini beyan etmektedir.

Bölücüler ile Allah ile kandırılıp Cumhuriyet düşmanı edilenlerin ortak paydası “Cumhuriyet karşıtlığıdır”. Cumhuriyet baş düşmandır ve onu yıkmak için omuz omuza çalışılmaktadır.

Cumhuriyet ve ulus devletin baş düşmanı ise emperyalizmdir. Amacına ulaşmak için, bazen etnik milliyetçiliği, bazen dini ve bazen de laikliği kullanır.

Bilmeden farkında olmadan Cumhuriyet'in baş düşmanına omuz vermek yerine, bu baş düşmana karşı birlik olmak en iyi ve tek çaredir. 

İşte burada Ali Eralp’in “BU HALKTAN ‘NE KÖY NE KASABA OLUR’ DİYENLERE SESLENİYORUM: DEVRİMLERİ HALK YAPAR…”  başlıklı yazısı bir kez daha hatırlanmalıdır. (http://www.ilk-kursun.com/haber/77247)

Sadece devrimler değil karşıdevrimler de halkla, ama kandırılarak ve aldatılarak yapılır. Anadolu’da 1919- 1938 döneminde emperyalistlerin tertip ve kışkırtmalarıyla çıkarılan ayaklanmalarda da halk kullanılmamış mıdır?

Bizlere düşen, a) Baş düşman saptamasında birleşmeliyiz, b)  Kemalist Devrim için milletle birleşmekten başka çaremiz olmadığını Mustafa Kemal’e bakarak kavramalıyız, c) Bu yolda yürüyenlerle yoldaş olduğumuzu, ancak her yürüyenin eksikleri olduğunu ve olacağını gözden uzak tutmadan mücadelemizi sürdürmeliyiz. d) Belki en başta kendimizin, daha sonra eksiği olan tüm yürüyüşlerin eksiklerini gidermek için çaba göstermeliyiz.

Mustafa Kemal’i kaç arkadaşının tam olarak anladığını bir kez daha beraberce hatırlayalım. Mustafa Kemal’in Arkadaşları… Yazı ne kelime, kitap olacak bir başlık...

Bana kalırsa Mustafa Kemal'in en yakın dostu ve O'nu en iyi anlayan arkadaşı gene Mustafa Kemal Atatürk'tür ve Türk milletidir.

Mustafa Kemal Paşa’nın 02 Ekim 1919’da İrade-i Milliye Gazetesi’ndeki sözleri ile bitirelim yazımızı…

“Kendi kişisel çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki tüm güçler; Aralarındaki Etnik, Dini ve Siyasi ayrımları ERTELEYEREK Ulusal Kuruluş Mücadelesi yolunda birleşmelidir."

Sevgili yol arkadaşlarım… Sürç ü lisan ettimse af ola…