Son beş aydır CHP'de çok önemli bir değişim yaşanıyor. Ancak bu değişim bir siyaset değişimi mi, yalnız bir yönetim değişimi mi? Bilmiyoruz, ileride göreceğiz.

Gördüğümüz kadarıyla parti içinde parti siyasetine karşı bir mücadele olmadı. Seçimlerdeki başarısızlığın nedenleri daha çok saha dışında arandı. Örneğin doğudaki büyük  oy kaybının siyasi bir analizi hiç yapılmadı. Orta Anadolu'daki oy azalmasının analizi ise hiç düşünülmedi. Sonuçta başarısızlığın nedenleri gerçekçi olarak araştırılmadı.

Ama bu başarısızlığa dur denilmesi gerekiyordu. Siyasal İslam'ın yükselişi, Kürt hareketinin geri dönülmez bir noktaya gelişi, Küresel sermayenin bütün ülkelerdeki ekonomiyi altüst edişi, Türkiye'de bir siyasal dengenin oluşmasını gerekli kılıyordu.

Bu nedenle iktidarla dengeyi sağlaması gereken CHP'de bir değişime ihtiyaç duyulmuştu. İşte CHP'deki bu değişimi 16 Ağustos 2010 günlü yazımda şöyle tespit etmiştim:

"Kendi iç dinamikleriyle politik çizgisini yenileyemeyen, adeta bir akıl tutulmasına mahkûm olmuş bu siyasete sistemin sahiplerince el konulmuştur." Ve devam ederek, "Hoş olmayan bir operasyonla yönetim tasfiye edilmiştir. Değişimden yana olan söylemleriyle dikkat çeken ve halk tipi bir figür olan Kılıçdaroğlu, evinden alınıp başına bir şapka geçirilmiştir. Eline bir mühür verilip Başkan sensin denilmiştir. Hem ülke siyasetinin hem de partinin önünü açması istenmiştir" demiştim.

Baykal'la başlayan tasfiye, başta Önder Sav olmak üzere tüm eski yönetim tasfiye edilmiştir. Kılıçdaroğlu'nun önü bir bir açılmıştır. Önünde hiçbir engel bırakılmamıştır. Medya bu görüntüyü gereği gibi dillendirmiştir. Tüm il Başkanlarının desteği alınmıştır.

Yıllardır iktidara susamış Sosyal Demokrat tabana Kılıçdaroğlu bir Mesih gibi sunulmuştur.

Buna rağmen Kılıçdaroğlu hem partinin hem de ülke siyasetinin önünü açabilir mi? Açabilir. Ama önce bir tespit yapalım.

- Cumhuriyet kurulduğundan bu güne devletin resmi partisi görüntüsünü,

- Resmi ideolojinin sözcülüğünü,

- TSK'nin siyasi kanadı olarak algılanmasını,

- Halkçı ama halka inemeyen siyasetini, Devrimci ama daha çok statükoyu savunuşunu, Demokratik ama kendi içinde demokrasiyi uygulayamayışını,

- Her şeye hayırdiyen muhalefet anlayışını,

- Kemalist ama Kemalizm'i 1930’ların değerleriyle dondurmuş oluşunu,

- Alevinin oyunu alıp Alevi sorununu çözmek için bu güne kadar hiçbir şey yapmayışını,

- Emekçinin hakkını savunduğunu söyleyip emekçiden oy alamayışını,

- Sosyal Demokrat olup Sosyal Demokrasiyi çağdaş normlarla donatamayışını,

- 53 yıldır iktidara gelemediğini söyleyip neden gelemediğini analiz etmeyişini,

- Yıllar önce Kürt sorunu ile ilgili rapor hazırlayıp buna sahip çıkamayışını,

-          Türkiye'nin en köklü partisi olup Malatya'nın ötesinden oy alamayan siyasetini sorgulamalıdır. Siyasi refleksini değiştirmeli ya da en azından yumuşatmalıdır.

Kemikleşmiş parti bürokrasisini yıkmalıdır.

İkide bir biz Atatürk'ün kurduğu partiyiz, Cumhuriyeti kuran partiyiz söylemini terk etmelidir. O gün zaten tek parti vardı. Bütün toplum bu partinin mensubuydu. Cumhuriyet kurulurken diğerleri mantar toplayıp dağda piknik yapmıyorlardı ya!

Sözün özü, artık ezberler bozulmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, göbeğini kaşıyan, bidon kafalı gibi sözlerle aşağılanan bu halk, bütün siyasi seçimlerde devlet otoritesini aşırı derecede temsil eden hiçbir siyasi partiye yakınlık duymamıştır.