Asıl adı Yılmaz Pütün, sinemadaki namı Çirkin Kral. 1 Nisan 1937'de Adana'da doğdu. 9 Eylül 1984'te Paris'te öldü.

Senaryosunu yazdığı ve Atıf Yılmaz'ın yönettiği "Bu Vatanın Çocukları" ve "Alageyik" filmlerindeki rolüyle 1959 yılında sinemaya başladı. Sinema oyuncusu, yönetmen, senarist ve yazar olarak Türk sinemasının bir efsanesi oldu.

Farklı bir kimliği, farklı bir kişiliği, farklı bir duruşu vardı.

Onunla Türk sineması yeni bir nefes aldı. Adeta Yeşilçam'ın dokusu değişti.

Yakışıklı oğlan görseli gitti. Onunla halkın gönlündeki yakışıklılık sinemaya girdi.

Onunla zengin oğlan-fakir kız, fakir oğlan-zengin kız; iyi ağa-kötü adam, kötü ağa iyi adam edebiyatı yıkıldı.

Yani bu tip filmlerle yıllarca topluma verilen sinema sanatının çehresi değişti. Adeta alışılmış Türk sinemasının ve Yeşilçam'ın ezberi bozuldu.

Onunla ilk defa halkın sosyal sorunları daha yüksek bir sesle dillendirilir oldu. Adeta ezilmiş kimlikler onunla yeni bir kimlik buldu. Ve o, bir efsane oldu.

Çünkü onunla Türk sinemasında sosyal bir uyanışın, bir başkaldırının yani sosyal bir muhalefetin sesi, sinema diliyle ifade edilir oldu.

Türk sinemasının unutulmaz yönetmenleri Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Halit Refiğ, Lütfi Akad'ın işlediği sosyal konular, daha gerçekçi bir gözlemle işlenir oldu.

İlk kez onunla sinemada, toplumsal eşitsizliğin sosyolojik temellerine değinilir, siyasal mesajları verilir oldu. Ve Türk sinemasında Yılmaz Güney farklı bir kimlik oldu.

Türk şiirinde Nazım Hikmet ne ise,

Türk edebiyatında Yaşar Kemal ne ise,

Türk Halk müziğinde Ruhi Su ne ise,

Türk sinemasında Yılma Güney o oldu.

Yaşamında kabadayı yaşadı. Sinemada kabadayı oldu. Çünkü delikanlılık, kabadayılık onun doğal bir yaşamıydı.

Anadolu halkı onda bu doğallığı görmüş ve de çok sevmişti. Seyirci onda kendinden bir parça görür olmuştu.

Kimi bakışında-duruşunda, kimi yürüyüşünde, kimi silah tutuşunda kendini görür olmuştu.

Kimi ezilmişliğinde, kimi parlayan öfkesinde, kimi onun başkaldırısında kendini görür olmuştu.

Velhasıl Anadolu insanı onda hep kendini görür olmuştu.

Onun adıyla anılan 114 filmin 111'inde bizzat kendi oynadı. Bu filmlerin 26'sında yönetmen, 15'inde yapımcı oldu. 64'ünün senaryosunu yazdı.

Maceralı ve mücadeleci bir yaşamı oldu Yılmaz Güney'in.

Liseyi Adana'da okudu. Daha lise öğrenciliğinde "DORUK" isimli bir kültür-sanat dergisi çıkardı. 1955 yılında yazdığı bir hikâyeden yargılandı. 7,5 yıl hapis, 2,5 yıl sürgün cezası aldı. Temyizin bozması sonucu cezası 1,5 yıl hapis ve 6 ay sürgün oldu.

İstanbul İktisat Fakültesine girdi ama öğrenimi yanda kaldı.

Ve cezaevi, onun yaşamının ayrılmaz bir parçası oldu. 1961'de cezaevine girdi. 1971 'de gözaltına alındı. 1972'de devrimcilere yardım etmekten tutuklandı, yargılandı. 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezası aldı. 1974 affıyla serbest kaldı.

1974 yılında "Endişe" Filmi çekilirken Yumurtalık hakimini öldürmekten 19 yıla mahkûm oldu. Ve en verimli çağında katil oldu.

Yılmaz Güney'in aktif, üretken, yerinde duramayan, tüm düşüncesini toplumla paylaşmak isteyen ve topluma karşı büyük bir sorumluluk duyan bir kişiliği vardı.

Cezaevinde "GÜNEY" kültür-sanat dergisini çıkardı. 13 sayı sonra sıkıyönetimce dergi kapatıldı. Dergide yazdığı tüm yazılar soruşturma ve yargılama konusu oldu. İstenen toplam ceza yaklaşık 100 yıl idi.

1981 yılı Ekim ayında Isparta yarı-açık cezaevinden izinli çıktı ve bir daha dönmedi. Paris'e kaçtı. 1981 Ekim ayına kadar toplam 12 yıl cezaevi yaşamı oldu.

12 yıl içinde 15 ayrı cezaevinde yattı. Ülkeden gittikten sonra, ilk aylarda sonuçlanan 3 davadan da toplam 20 yıl hapis, 7 yıl sürgün cezası aldı. Diğer davalar devam etmekteydi.

Belki düşüncesini beğenmeyen, katılmayan olabilir. Ama o sinemada temsil ettiği kişilik ve kimliğe, adeta kendi kimliğini ve benliğini koymakla bu toplumda genel bir kabul gördü.

Ve o kimliğiyle, kişiliğiyle, düşüncesiyle, yazdıklarıyla, yaptığı filmlerle Türk sinema dünyasının kimyasını değiştirdi. Hem Türk sinemasında, hem sinema oyuncusunda toplumcu refleksleri uyandırdı. Neredeyse her oyuncu birer Yılmaz Güney olmayı düşledi.

Çünkü o, hem sinema dünyasının, hem Anadolu halkının kabul ettiği doğal bir kişilikti. Ve o, cesur bir yürekti.