Pazar akşamı saat 24.00'de 365 duraklı tren yolunun, (Buna sene diyorlar) ilk istasyonundan hareket ettik (Buna yılbaşı diyorlar). Bugün beşinci istasyondayız. Allah nasip ederse 365'inci istasyonda, ömür yolculuğunun sene denen etabı bitecek.

Yani yılbaşı olayı lokomotifin yola çıkış düdüğünü çalması gibi bir şeydir. Düdüğün ötüş şekli veya yeri bizi fazla ilgilendirmez. Çünkü bilgi ve teknolojinin gelişmesi ile çağa ayak uydurmanın peşindeyiz...

Ama...

•Hicri 8'inci yılın 20 ramazan günü, Miladi 630 yılının 11 Ocak gününe isabet eder. O gün Müslümanlar için bayram sayılacak bir olay gerçekleşmiş, yani Mekke fetholunmuştur. Bu olay 1 Ocak’ta gerçekleşmiş gibi bir kutlama mesajı gönderen oldu. Yakından tanıdığım o kişi bana böyle bir yanlışı yapmaz. Kandırıldığını düşünüyorum. Kandıranları da kınıyorum.

•Uzun uzun yazıp; kutlama olayını gayrimüslimlere özenerek, içki içip, çam süslemelerinin, hindi dolması yemelerinin günah olduğunu belirtenler oldu. İçki içenlerin büyük kısmı başka zamanlarda da içiyorlar. Çam süslemeyi ben de uygun bulmuyorum. Ama ailece toplandığımız yemek masamızda hindi dolması yoktu. Olsaydı eski dünyamızın, Amerika kıtasının keşfinden sonra tanıdığı; eti az yağlı, mineral deposu hayvanın dolmasını, kuzu dolması gibi yerdik.

İstanbul'un seçkin camilerinden birinde, hem de ramazan ayında, Hoca efendi Cenab-ı Allah'ın affının büyüklüğünü; 100 kişi öldüren adamın af çabasının olumlu karşılandığını anlatarak, cemaati rahatlattığını sandı. Ama ben çok rahatsız oldum. Kul hakkının af olunmayacağını devamlı anlatanların, böyle af anlatması ayıplı, mantık dışı bir durumdur.

•Yeni yılını kutlamak için telefon ettiğim profesör arkadaşıma, internette kendisine rastlayamadığım için kızdığımı söylediğim zaman; interneti olmadığını, cep telefonu bile kullanmadığını, bunların reklam aracı olduğunu kendisinin reklama ihtiyacı olmadığını 61 dakika (Bir saat, bir dakika) anlatarak; ömür boyu 60 civarında seyreden nabız sayımı 94'e çıkararak dengemi bozdu.

•Dünyada her yüz Müslümana karşılık bir Yahudi bulunduğunu,15 milyonu geçmeyen yahudi toplumundan 104 nobel ödülü alan kişiye karşılık, bir buçuk milyar nüfuslu Müslüman aleminden ise sadece üç nobel ödülü alan kişinin bulunduğunu öğrendiğimde hayıflandım. Bu konu, utanılacak bir zafiyetimiz. Yani açığımız olduğunu, bu açığın kapanmasının; hindi dolması yiyerek; gayri müslimleşmemizi engellemeye çalışan alimlerimiz ve internetten kaçan bilim insanlarımızla imkansız olduğunu anlatan olmadı...

İsrail'in Ortadoğu’da uyguladığı zulme herkes gibi ben de kızıyorum. Ama kızmak bir gerçeği görmemek değildir. Araplar Mısırlı lider Cemal Abdül Nasır zamanında; "Birleşelim. Telaviv'de buluşup İsrail'i ortadan kaldıralım!" dediler. Birleştiler. Ama bir haftada yenildiler.

O zaman mesele; güç sahibi olmada odaklanıyor. Gücün nereden geldiğini bir kaç örnekle açıklayalım:

Pakistan'lı araştırmacı yazar Dr. Faruk Saleem'in kaleme aldığı "Müslümanlar Yahudilerden neden geride kaldı?" başlıklı yazıda;

•Etkin bilim adamı Albert Einstein

•Çocuk felci aşısını geliştiren Jonas Salk

•Lösemiye karşı ilaç bulan Gertrude Elion

•Frengiye karşı tedavi bulan Paul Ehrlich

•İnsan gözünün özelliklerini araştırmalarıyla tespit eden (Nobel Ödüllü) Gerald Wald

•Böbrek analiz makinesini bulan Willem Kolff

•Paslanmaz çeliği bulan Benno Strauss anlatılan yahudilerden küçük bir kısım.

Çok uzun kaleme alınmış o yazıda marka yatırımcılar, ünlü sanatçılar vs., anlatılardan bir kısmı sadece.

Demek ki; Başarı iyi eğitim, icatların sahibi olmak, çalışmak ve girişimle oluyor.

* * *

Bu konuda idarecilerimize, bürokratlarımıza, sanayici ve tüccarlarımıza iş düştüğü gibi din adamlarımıza da önemli iş düşüyor.

Ama bugünki yaklaşımları ile çözüme katılıp faydalı olmaları imkansız. Çünkü 1400 sene önceki Müslümanlarla gayrimüslimleri karşılaştırmanın aynısını günümüzde uygulamak istiyorlar. O günlerde insanlar birbirinden çok farklı değillerdi. Ancak günümüzdeki fark; Müslümanların aleyhine çok büyümüştür. Bunu anlayıp çare düşünmedikçe aradaki farkın büyümesi devam edecektir.

Ayrıca gayrimüslimlere benzememek, birliktelik kurmamak gibi yaklaşımların günümüze uymadığı, Nato ortağı olmamızı, AB'ne girmeye 50 yıldır çabaladığımızı, Rusya, Çin gibi ülkelerle yeni birlik peşinde olduğumuzu ve birliktelikleri İslam dinine çok önem veren idarecilerimizin kurguladığını unutmayıp, bu duruma ters düşen yorumların ülkemize zarar vereceğini anlamak ve uygun beyanlarda bulunmak gerekiyor...

* * *

Geldik altın üçgen faslına;

Yatırım, İstihdam, Üretim. Bu üçlüye Altın üçgen adını veren Rahmetli duayen sanayici İBRAHİM BODUR'dur.

Kalkınmanın ana anahtarlarının başında gelir. Burada önemli incelik artı değeri yüksek ürünleri üretmektir.

Avrupa 1970'li yıllardan başlayarak Çimento, kağıt fabrikalarını bozup, bedavaya yakın fiyatlarla sattı. Bunlar artı değeri düşük, çevreye zararı fazla kuruluşlardı.

bir kısmını biz aldık. Artık yatırımlarımız daha üst seviyede olmalı. Şu anda 150 milyar dolar civarında ihracat yapıyoruz. Aynı tonajda ihracat yapıp sattığımız zaman 300 milyar dolar hatta 400 milyar dolara ulaşacak kalitede mal üretmeliyiz. Bu da yüksek teknoloji ve de, o teknolojiyi uygulayabilecek, beyin gücü yüksek personelle olur.

Ülkemizin her bir ferdinin hedefi böyle olmadıkça sonuç istenilen parlaklıkta olmayacaktır.

Ben umutluyum. Yaklaşımlar öncekilere göre daha olumlu. Yeter ki her kesim; olumlu hedefe odaklansın, birbirimizle anlamsız uğraşlarla kısıtlı imkanlarımızı tüketmeyelim.

En güzel günler sizlerin olsun.