Bir yılı daha eskittik ve yeni bir yıla girdik. 2014’ten 2015’e.
Yeni bir umutla. Umut olmasa yaşanır mı ki?
Biz insanlar gün demişiz, ay demişiz, yıl demişiz, zamanı dilimlere ayırmışız ve sonra da oturup bunlara inanmışız. Günlerin, ayların, yılların birbirinden çok farkı varmış gibi.
Önceki yılı tamamlayıp, yeni bir yıla girmeyi kendimize umut kaynağı yapmışız. Yeni yılda sanki bir mucize olacak da her şey değişiverecek, olumsuzluklar bitecek, isteklerimiz oluverecek gibi.
Şimdiki iktidar yöneticileri, yandaşları, bağnaz din adamları, umutlanmayı, bir gecelik eğlenceyi de çok görüyorlar insanlarımıza.
Bartın Milli Eğitim Müdürü, okul müdürlerine mesaj göndererek, “Noel kutlamalarının, Hıristiyanlık propagandası olduğunu, bu kutlamaların, çocukların bilinçaltını işgal etmesine fırsat vermeyecek şekilde davranılmasını” istemedi mi?
Din adamlarımız deseniz, bu kutlamaların günah olduğunu savundular.
Nasıl olsa okuma özürlü toplumumuzu birkaç dini içerikli sözle kandırmak kolay.
Oysa bu konuyu, enine boyuna araştıran birçok yazarımız “Bu kutlamaların dinle bir ilgisi olmadığını, Hıristiyan geleneğine göre, 24/25 Aralık gecesi olduğuna inanılan İsa için “Noel kutlaması” yapıldığı, Noelden ayrı olarak da 31 Aralık gecesi yeni yılı eğlenceyle karşıladıklarını, bunun da İsa ile bir ilgisinin olmadığını ifade ettiler.
Yılbaşı kutlamalarına karşı olan kesim, konuyu, zihniyetlerine uygun şekilde çarpıtarak, bu eğlencelerin dini amaçlı yapıldığı propagandasını yayarak, halkın bir parçacık eğlenme nedenini ve zevkini de ellerinden almak istiyorlar.
Bu zihniyettekilere göre müzik de günah, resim de günah, heykel de günah, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık ise mübah görülüyor. Suç işleme özgürlüğü olarak görülüyor.
İnsanları nerede ise yaşarken mezara sokacaklar.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Özgen Acar’ın 30 Aralık tarihli yazısında dikkat çektiği, değerli bilim insanı Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın bir yazısından yaptığı alıntılara göre “Hıristiyanların, İsa’nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski Türklerin tek tanrılı dinlere geçmesinden önceki inanışlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir Akçam ağacı bulunuyor.
Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz. Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre, gecelerin kısalıp, gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra, gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.
İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle, Akçam ağacı atında kutluyorlar. Güneşin yeniden doğuşu bir yeni doğum olarak algılanıyor.
Bayramın adı “Nardugan (nar=güneş, tugan, dugan=doğan) yeni doğan güneş. Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen’e dualar ediyorlar. Duaları Tanrı’ya gitsin diye ağcın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrı’dan.
Bu bayram için evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip, oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor. Aileler biraraya gelerek, birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri, yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme.
Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.
Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişiyormuş.
Günümüzde mevcut iktidarın zihniyeti ne yönde ise o doğrultuda düşünüp o doğrultudaki şeylere inanıyor ve halka da o yaşam tarzını dayatmaya çalışıyorlar, araştırmadan, soruşturmadan.
İnsanları mutlu etmeye değil, hayata küstürmeye çalışıyorlar sanki.
Atatürk’ün kurduğu çağdaşlık yolundaki Türkiye Cumhuriyetini ve ulusal bayramları da bu zihniyetle yok etmeye çalışmıyorlar mı?
Atatürk’ün resmine bile tahammülleri yok. Sarayda yapılan yılın son MGK toplantısında Cumhurbaşkanının arkasındaki duvarda Atatürk portresi yoktu. Aldıkları tepki üzerine, sarayda daha düzenlemelerin tamamlanmadığı ifade edildi!
Yeni yıldan umut, umut diyoruz da, ufukta pek de bir ışık belirtisi yok maalesef.
Artık mucize bekler olduk.