Toprak, su ve ışık… Ve yaşamın olmazsa olmaz bu üç şeyini sarıp sarmalayan o görünmez… Hava…

Ne güzel şarkıdır.

“Tohum toprağa düşer / Bir bakarsın çıkmış serpilmiş / Boyunu aşar / Yeşer tohumum, yeşer…”

Tohum umuttur. Güç kaynağı yaşamın…

Umut; tohum, ışık ve rüzgâr…

Tarım devrimi, toplumdaki umudun emek ve akılla harman olduğu zamandır.

20. yüzyılın tarihini belirleyen Kemalist Devrim, antiemperyalist mücadelenin milletin gücüyle harman olduğu zamandır, dünya devrimler tarihinde ezilen ulusların sis çanı olmuş bir harekettir. Salt Türk milletinin var oluş kavgası değil, sömürgelerde emperyalizmin pranga vurduğu toplumların kurtuluş ışığıdır.

Cumhuriyet ise Kemalist Devrim’in zafer tacıdır.

Cumhuriyetimizin ilkeleri yani Kemalist Devrim’in kuruluş felsefesi ise tam bağımsızlık temelinde Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik, Milliyetçilik, Devletçilik ve Laikliktir.

Burada tam bağımsızlığın pusulasının antiemperyalist duruş olduğunun altını bir kez daha çizerek sürdürelim yazımızı.

Gerek Kurtuluş Savaşı, gerekse Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye’de çıkartılan isyanların emperyalist ülkelerin himayesinde yapıldığı belgelerle kanıtlanmıştır. Bu isyanların hepsi ya Kurtuluş Savaşı’nı engellemek, ya da Cumhuriyet’i yıkarak yeniden Sevr hayallerini besleyen gerici hareketlerdir. Söz konusu gerici isyanlara halkın dâhil edilebilmesi için en kolay araç din ve etnik kökendir ki her isyanda bu iki etken kullanılmıştır.

Mustafa Kemal’in 10 Kasım 1938’de Hakk’a yürümesinden sonra 1939’dan başlayarak Türkiye emperyalist limanlara ticaret ve işbirliği anlaşmalarıyla bağlanmaya başlamıştır.

Aynı tarihte emperyalist ülkeler arasında başlayan İkinci Paylaşım Savaşı Türkiye üzerinde sürdürülen gerici isyan hareketlerini ötelemiştir. Ama hiçbir zaman seyir defterlerinden Sevr hayallerini silmemişlerdir. Türkiye 12 Eylül 1980 darbesine sağlı sollu çatışmalarla sürüklenirken ASALA terör örgütü diplomatlarımıza suikastlar düzenlemeye başlamıştır. 1984’den sonra ise PKK terörü sahneye çıkarılacaktır.

1945’de İngiltere’nin tahtına oturan ABD yandaş yönetimleri desteklerken karşı gelenleri darbelerle değiştirerek dünya jandarmalığını sürdürürken bir taraftan da demokrasi havariliğine soyunmuştur.

Banu Avar, “Kaçın Demokrasi Geliyor” kitabıyla 21. yüzyılda sahnelenen “demokrasi” mavalını ne güzel anlatmaktadır. Emperyalizm için maksat sömürü, demokrasi bahanedir çünkü.

Türkiye’ye feodalizmi tasfiye edememiş bir ülke olarak çok partili demokrasiye geçmeye zorlanarak sandık müsameresiyle teslim alınmaya başlanmıştır.

Toplumdaki en gerici unsurlarla ittifak yapan işbirlikçi yapılarla Türkiye’de gerici ayaklanmalar dönemi bitirilmiştir. Artık araç silah değil, sandıktır.

İşte burada Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerinin kemirilerek içlerinin boşaltılması, halkın gözünde değersizleştirilmesi gerekmektedir.

Neymiş efendim? Devletçilik…

Serbest piyasa ekonomisinde devlet mi olurmuş? Devlet ticaret ve sanayiyle mi uğraşırmış?

1946’dan sonra KİT’lerin satılması için dayatmalar başlamıştır. Toprak reformu için ayağını hâlâ sürüyen iktidar hem çok partili düzen dayatmasıyla ve hem de “Yeter Söz Milletindir” sloganıyla gümbür, gümbür değiştirilmiştir.

Ya Ordu? Ordu millet geleneği Türk toplumsal yapısının temel direklerinden biridir. Hem de Mondros ve Sevr ile dağıtılmış Türk Ordusu, Mustafa Kemal önderliğinde yeniden kurularak emperyalizmi denize dökmüştür. Bu kadarla kalsa iyi, sömürgelerdeki bağımsızlık taraftarlarına örnek olmuştur. Ah Mustafa Kemal, ah… Çanakkale Savunması’nda yaptıklarını unutmuş mudur emperyalizm?

Milli Eğitim’e de el atılmış Fullbright Anlaşmasıyla (1949) eğitim öğretim içerden dönüştürülmüştür. Ama birdenbire değil… Alıştıra, alıştıra… Fare geçer yol olur demişler. Bugün Kanun Hükmünde Kararname ile Milli Eğitim’de Atatürk’ten ve ilkelerinden arındırma için çok sabırla çalışmıştır emperyalizm çok…

Gelsin İkili Anlaşmalar… Açılsın Amerikan Üsleri… Öyleyse NATO, Türk Ordusu’nu içerden kontrol etmenin Truva atıdır. NATO’ya girildikten sonra Türk Ordusu’nun kılık kıyafeti bile ABD’ye özenerek değiştirilmiştir.

Halkçılık mı dediniz? Seni servet düşmanı seni… Özel okullar, özel sağlık tesisleri, yabancı dille eğitim (İngilizce) her gün kahveye az arsenik koyar gibi topluma sunulmuştur.

1970’li yıllarda Türkiye’de özel üniversiteler karşı çıkan kuşaklar o okulların devletleştirilmesini sağlamışlardır. Emperyalizm bu hamlenin intikamını 12 Eylül 1980’de “bizim çocuklar”  dediği işbirlikçilerine yaptırdığı darbe ile almıştır.

Devrimcilik mi dediniz? Bak sen… Devrimcilik gerekirse onu da emperyalizm yapar. Toplumun sağlık güvencesinin uluslararası şirketlere altın tepside sunulmasını “Sağlıkta Devrim” (!) diye halka sunar işi bitiririsiniz.

Milliyetçilik mi dediniz? Bu da genleriyle oynanmış bir kavramdır. Toplumun bir kesimine milliyetçilik dendi mi “faşizmi” algılatırsınız, diğer kesimine milliyetçilik dendi mi “vurun komünistlere” çağrışımı yaptırırsınız, böylece aradan sıyrılırsınız. Olan Kemalist Devrim’in tam bağımsızlık ilkesinin ve antiemperyalist duruşunun temel direği olan milliyetçiliğe olur. Olsun… Kazanan emperyalizm ve işbirlikçileri olduktan sonra…

Laiklik mi dediniz? Vay dinsiz vay… “Kemalizm emperyalizmin en büyük düşmanıdır. Halka din düşmanlığı olarak anlatılmalıdır” diye daha 1930’da notunu alan emperyalizm elinden gelen her şeyi yapmıştır. Toplumun dindar kesimine Mustafa Kemal’in dinsiz olduğu söylenirken bir diğer kesime de laiklik, halkın inançlarını küçümsemek, onu ötelemek olarak gösterilmiştir. Bu tertip, toplumda laik-antilaik çatışmasını sağlamış, aradan emperyalistler ve işbirlikçileri sıyrılmıştır. Baş düşmanı saklamanın ve yapay çatışmaların tezgâhıdır bu.

Barış Gönüllüleri denen CIA ajanları az mı emek verdiler Anadolu’nun inanç ve etnik yapı haritalarının çıkarılması için. Maksat ülkelerin bölünmesi, ulus devletlerin parçalanması için milletleri oluşturan etnik ve dini yapıları ayrıştırmak ve birbiriyle çatıştırmak. Sonra da gelsin uluslararası dış müdahale fırsatları… Aklınıza kötü bir şey gelmesin sakın. Amaç demokrasi, insan hakları… Arap Baharı senaryosuyla gelen demokrasi rüzgârına dikkat… Şapkanız uçabilir, takkeniz düşebilir ve keliniz görülebilir.

Bir 10 Kasım daha geldi. Anıtkabir’e giden birileri deftere boylarından büyük yalanlar yazacaklar ve sivil anayasa tezgâhıyla ulus devleti bölme görevlerine döneceklerdir.

Biz ne yapacağız, diye soranlara ise yanıtın Mustafa Kemal vermiştir. Sözü Paşa’ya bırakalım.

“Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda karşı koyuşları yok eden olacaksın. Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır. Kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.”

Kemalist Devrim, insanlık tarihine ekilmiş bir tohumdur ve sadece Türk milletinin değil ezilen ulusların da umududur. Yeşer tohumum, yeşer...