Kadının yerel yönetimlerdeki rolü ve toplumsal iş bölümüne geçmeden önce, geçmişten günümüze kadın haklarının, kadına bakışın, yaratıcılığı ve doğurganlığı ile doğanın öznesi olan varlığın, ırkçı, gerici, ötekileştirici, yaklaşımlarla kadın ve çocukların törelerin insafına terkedilmesini incelemek gerekir.

Oryantalist ( batıdan doğuya yönelen ön yargıları) yaklaşımları incelememiz gerekir. Bu yaklaşımların kökeninde yatan olguları irdelemezsek. Kadının neden toplumsal işbölümünde ikinci plana itildiğini, üreten ve yaratan varlık olmasına rağmen, törelere kurban edildiğini, cinsiyet ayrımcılığına gidildiğini anlayamayız.

Geri kalmış toplumlarda ayrımcılık doğuştan başlar. Doğuştan çocuklar cinsiyet ayrımcılığı ile karşılaşılır. Doğan çocuk kızsa çocuk ve annesi kaçınılmaz olarak hor görülür, “Kızını dövmeyen, dizini döğer” atasözü burada hayat bulur. Doğan çocuk erkekse çocuğa ve anneye sınırsız özgürlük ayrıcalık tanınır. Kızsa sınırlamalar baştan konur.

Bu, kız ve erkek çocuklar: ayrımcı, itici, dışlayan, aşağılayan, ayıplayan, ötekileştiren ve kıyıcı katı bir eğitimle, olumsuz yüklemeler yapıldıktan sonra yarının ‘potansiyel katil ve suçluları’ olarak piyasaya sürülürler.

Sınıflı toplumlarda; Pazarı elinde tutabilmenin ön koşulu insanlar arası çelişkiyi derinleştirmektir. Bu zıtların birliğinden doğan diyalektik mücadele (Erkek ve dişi zıtları teşkil eder) geçmişten bu güne olagelmiştir. Sınıflı toplumlarda zararlı çıkan, zor durumda kalan, ezilen, hep kadın olmuştur. Ataerkil toplumların yaşadığı coğrafyalar, töreler, adetler, gelenek görenekler kadın üzerindeki baskıyı katmerlendirmiştir. Varlık, yokluk çelişkisi ise kadını tamamen bir meta durumuna sokmuştur. Yaşanamaz boyutta zorluğa sokulan kadın olmuş, onursuz kılınan da yine kadın olmuştur. Yoksulluğun yarattığı çaresizlik amansızdır. Yoksulluğun yaşandığı coğrafyalara da, ardan namustan bahsetmek hamaset nutkundan öte geçemez. Açlık ferman dinlemez. Kadını meta olarak alıp, satan sistemlerin vicdanından da bahsedilemez. Kadınları özgür ve mutlu olmayan toplumların özgür ve mutluluğundan da bahsedilemez. Pek çok kisveler altında bastırılan, kadın dünyası, kadın hakları, kadın üretimde yerini tam olarak almadığı sürece, seçme ve seçilme haklarını tam olarak kullanmadığı sürece yaşam standardını yükseltemeyecektir.

Ozan Nazım; Türk kadınını ne kadar güzel betimlemiş,

Ve kadınlar

bizim kadınlarımız:

korkunç ve mübarek elleri

ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

anamız, avradımız, yârimiz

ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen

ve soframızdaki yeri

öküzümüzden sonra gelen

ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız

ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki

ve kara sabana koşulan ve ağıllarda

ışıltısında yere saplı bıçakların

oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan

kadınlar,

bizim kadınlarımız

Kadınları; Üretimde, üleşimde, yönetimde hak ettiği yeri alamayan toplumların özgür ve mutluluğundan bahsedilemez. Bu nedenle önümüzdeki yerel seçimler, kadınların bu zinciri kırmasında, ileri bir aşama kaydetmesinde bir fırsattır. Göreceğiz ki hangi parti toplumun ana öznesini oluşturan kadına ne kadar önem veriyor? Ne kadar yönetimde yer veriyor? Sosyolojik ve kültürel olarak gelişimini tamamlamış, yerleşim merkezlerinin buna öncülük etmesi gerekiyor. Bu önem o partinin de uygarlığa yaklaşımında bir gösterge olacaktır.