15 Mart 2019 Cuma günü Yeni Zelanda'nın Christchurch kasabasındaki iki camide, ibadet esnasında kanlı bir vahşet yaşandı. 49 insan öldü, 20'si ağır 50 kişi yaralandı.

Katliam, başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada ve de özellikle İslam dünyasında büyük bir infial yarattı; büyük bir tepkiyle karşılandı.

Katliamı yapan, İskoç asıllı bir aileden 28 yaşındaki Brenton Tarrant isimli bir Avustralya vatandaşı idi. Ama Avustralya polisi "katil yalnız değildir" dedi.

Olayın daha da dikkat çekici yanı, katliamın kameraya alınıp sosyal medyada paylaşılmış olmasıdır.

Bu nedenle ilk bakışta katil ve destek verenlere, "akli dengesini kaybetmiş, deli, manyak, çıldırmış kişi ya da kişiler" olarak bakılabilir.

Ama bu bakış doğru değildir. Bu bakış, bu kanlı olayı hafife almaktır. Bu bakış, bu kanlı olaylara cesaret vermektir. Ve de bu bakış, bu katliamla verilen mesajı görmemektir.

* * *

Peki, nedir bu tür katliamların amacı ve de nedir bu mesaj ya da ne olabilir?

Yeni Zelanda Okyanusya'da bir ada ülkedir. Yüzölçümü yaklaşık 270 bin kilometre kare, nüfusu da yaklaşık 5 milyondur. Ülkede 37 bin Müslüman yaşamaktadır.

Ve Yeni Zelanda, Norveç gibi dünyanın en güvenli ülkesi olan, 1893'de kadınlara oy verme hakkını tanıyan dünyada ilk ülkedir.

İşte bu nedenle verilen mesaj:

Bugün dünyanın en güvenli ülkesi olarak bilinen Yeni Zelanda'nın bile yeterince güvenli olmadığının bir mesajıdır.

Hıristiyan-İslam gerginliğini artırarak özel olarak Ortadoğu'da, genel olarak İslam dünyasında İslami bir reaksiyonu tetiklemektir.

-Özellikle de Müslüman mültecilere karşı dünyanın her yerinde, siyasal ve kitlesel bir tavır almanın önünü açmaktır. Çünkü bu katliam, özellikle de Batı'da uzun süredir körüklenen göçmen nefretinin ve göçmen düşmanlığının sonucu olan ırkçı bir terörist saldırıdır.

Kullanılan tetikçi ya da tetikçiler ise "Benim gibi düşünmeyene yaşam hakkı yoktur" saplantısıyla doldurulmuş kişilerdir.

* * *

Bir de Türkiye'den bakalım bu olaylara...

Nitekim ülkemizde de "Benim gibi düşünmeyene yaşam hakkı yoktur" diyebilecek kadar bir "akıl tutulması" yaşanmıştı geçmişte. Çorum, Maraş, Sivas katliamlarındaki gibi.

Bu bakışın kırılması ve bir kez daha yaşanmaması gerekirken, ne yazık ki:

-Yıllarca Türk siyasetine damgasını vurmuş Süleyman Demirel bile "Çorum'u bırak Fatsa'ya bak" sözü ile Çorum'da yaşanan kanlı olayları adeta onaylar olmuştu.

-Ve de bugün Yeni Zelanda katliamı haklı olarak kınanır ve tepki gösterilirken, bu ülkede yaşanan katliamlara benzer bir ortak tepki verilmemişti.

Oysaki Yeni Zelanda katliamı ile Sivas katliamı arasında, verilmek istenen mesaj bakımından hiçbir fark yoktu.

Sivas'ta 33 kişi yanarak can verirken, 3 gün sonra Başbağlar'da duvarlara "Sivas'ın

intikamı" yazılarak 33 kişi kurşuna dizilmişti.

Amaç ülkede daha büyük bir Alevi-Sünni çatışmasını tetiklemekti.

* * *

Soğuk savaş döneminde emperyalizmin uyguladığı yöntem, Doğu-Batı üzerine yani sosyalist blok-kapitalist blok üzerine inşa edilmişti.

1991'de sosyalist sistemin dağılması ve soğuk savaşın bitmesiyle, emperyalizmin uyguladığı savaş ve çatışmalar artık ideolojik çatışmalar üzerine değil, kültürel ve de özellikle de dinsel fay hatları üzerine inşa edilir olmuştur.

-Dünyada Hıristiyan-Müslüman çatışması gibi...

-Ortadoğu'da Şii-Sünni çatışması gibi...

Bu politikanın Türkiye versiyonu ise özellikle Sivas ve Başbağlar katliamında görüldüğü gibi Alevi-Sünni çatışması üzerine inşa edilmek istenmiştir.

Ama mesajı yaşanandan daha tehlikeli ve de yeni katliamlara gebe olan bu olaylara, halkımız daima temkinli yaklaşmıştır.

Ne yazık ki siyasal alanda ortak bir tepki oluşmamış ve de oluşturulamamıştır.

* * *

Ve bugün:

-Yeni Zelanda'nın tüm kentlerinde hayatını kaybedenler için anma toplantıları yapılırken...

-Katliamın ardından ilk Cuma olan 22 Mart 2019 günü, Yeni Zelanda devlet televizyonundan ve radyosundan canlı olarak ezan okunurken...

-Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, Müslüman halkla bir dayanışma için Cuma namazına katılırken ve de "Yeni Zelanda'da sizinle biz yastayız, biz biriz" derken...

Ülkemizde Yeni Zelanda katliamı üzerinden İslam ve İslam karşıtlığı gibi bir kamplaşma dillendirilmektedir. Ki, bu çok hem de çok tehlikeli bir dildir.

Hem de 31 Mart yerel seçimi nedeniyle yaşanan aşırı hassasiyet döneminde...

Oysaki katliamlar üzerinden siyasetin seçeceği dil ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalıdır.