İktidarın son eğitim reformu kısıtlı bazı çevrelerce tartışılıyor. Aslında yeterince tartışılamıyor demek daha doğru olur. Ülkemizin geleceği için bu denli hayati bir konu daha geniş bir biçimde tartışılmalı. Başta eğitimciler, üniversiteler, eğitim sendikaları olmak üzere ülkedeki tüm demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum kuruluşları reform çalışmalarını daha geniş platformlarda tartışmalı. TÜSİAD, bir şeyler söylemek istiyor. Neredeyse azarlanıyor. “Sen bu işten anlamazsın otur yerinde” deniliyor. Hali hazırda 176 üniversitemiz ve 79 eğitim fakültemiz var. Şu ana kadar bir üniversitenin veya eğitim fakültesinin bu konuda ne düşündüğüne rastlamadım. Üniversiteler durmadan eğitimin niteliksizliğinden yakınıyor. Sistemin en üst kademesi neden sessiz kalıyor?

Eğitim bir sistemdir. Sistem bütünlüğü içinde konuyu ele almazsanız yararlı bir sonuç çıkmaz. Sistem yaklaşımına göre eğitimin bir kademesindeki çıktı, bir üst kademenin girdisi mahiyetindedir. Niteliksiz girdi ile nitelikli çıktı alınamaz. Bunu en iyi dile getirmesi gereken eğitim kurumları üniversitelerdir. Uzun yıllardır İmam-Hatip Liseleri ekseninde tartışılan ortaöğretim, yükseköğretime nitelikli bir çıktı sunamamıştır. Son 50 yılda giderek kaosa dönüşen “yükseköğretime geçiş” bir türlü düzeltilememiştir. Oysa, bilim insanları ve eğitimciler yıllardır buna parmak basmışlar, çözüm önermişlerdir.

Bu yazının kapasitesi çerçevesinde bunlardan ikisine değinmek istiyorum. Bunlardan ilki değerli bilim insanı Bozkurt GÜVENÇ’in tespiti ile ilgilidir. Bakınız Güvenç Hoca, 1992 yılında ÖSYM tarafından yayınlanan “Seçilmiş Bazı Ülkelerde Yükseköğretime Geçiş” isimli kitabında “Yükseköğretime geçiş sorunlarının sürekli büyüdüğü ülkemizde, yapısal ve kalıcı çözümün ortaöğretim reformuna ve mesleki-teknik öğretime bağlı bulunduğu fikri bilinmeyen bir keşif değildir” diyordu. Eğitim Şuralarında da sürekli tartışma konusu edilmiş ortaöğretim ve bu bağlamda mesleki teknik eğitim sorunu yıllardır çözümsüz kaldı. Dünyada %65 mesleki teknik eğitim, %35 genel liseler olarak kabul görmüş oranın, ülkemizde tersi oldu. Hali hazırda Türkiye’de bu oran %70’e yakın genel lise, %30 civarında mesleki teknik eğitim olarak gerçekleşti. Çözümü bilinen bu sorun sırf İmam-Hatip Liseleri tartışmasına kurban edildi, çözümsüz kaldı.

İşte tam bu noktada değerli eğitimci Zekai BALOĞLU’nun Yükseköğretime geçiş ile ilgili tespiti çok anlamlıdır. Baloğlu, TÜSİAD için hazırladığı eğitim ile ilgili bir kitapta “Bugün Türkiye’de yükseköğretime geçiş, bütün yolları Boğaz Köprüsünde birleşen bir çevre yolu gibidir.”  diyordu. Sayısız ortaöğretim programından mezun olmak, herkese koşulsuz yükseköğretime geçiş hakkı tanıyordu.

Ortaöğretim, eğitimin orta kademesidir. Sistemin adeta kalbi gibidir. Orta kademe işlevini yitirdiği için sadece yükseköğretim önüne öğrenci pompalayan bir işleve büründü. Ortaöğretim ile yükseköğretim arasında bir bağ kurulamadığı gibi, ilköğretim ile ortaöğretim arasında da akılcı bir bağ kurulamadı. Yıllardır bu yanlış sürüp gitti.

Bugün sistemde yeni bir yapısal değişiklik arayışı var. Şu ana kadar MEB’in tasarısı netleşmiş değil. Önce 4+4+4 denildi. Sonra 8+4 denildi. Bu belirsizlik ortamında cereyan eden tartışmalara bakıldığında, çoğunun tartışmacının kendi öngörülerini yansıttığını da görmek mümkün. Zaten, televizyon ekranlarında ne hikmetse tartışanların arasında eğitimciler yok denecek kadar az.  Üniversiteler ve eğitim fakülteleri hiç ses çıkarmıyorlar. Tamam, tasarı netleşsin öyle konuşalım diyebilirler ama, bilimsel çerçevede görüşlerini ortaya koyarlarsa bunlar yol gösterici olur.

Televizyonda ve yazılı basında rastladığım bazı eleştiri ve görüşlerin de oldukça sığ ve sıradan olduğunu söylersem umarım kimseyi kızdırmış olmam. Gelişmiş ülke eğitim sistemleriyle ilgili verilen örneklerin çoğu noksan ve yanlış. Bir de şunu çoğu tartışmacı dikkate almıyor: Her ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik yapısı farklıdır. Dolayısıyla bir ülkenin eğitim sitemi bir başka ülkeye olduğu gibi uygulanamaz. Böyle olduğu içindir ki, bizde uzun yıllardır iki Bakanlığın adının başında milli kelimesi vardır. Bunlardan birisi Milli Savunma Bakanlığı, diğeri ise Milli Eğitim Bakanlığı’dır. Eğitimin elbette evrensel tarafı vardır ama, büyük oranda millidir.

Eğer eğitimde yapısal bir reform düşünülüyorsa, geçmişte olduğu gibi bunu da İmam-Hatip ekseninde ve kızların ergenliğe ulaşmadan başörtülü olmalarına indirgersek sonuçta bir şey çıkmaz. Yine Milli Eğitimi politik ve ideolojik tercihlere kurban ederiz.

Son söz: Herkes açsın okusun. Yılardır yapılan bunca Milli Eğitim Şuralarında bu konular o kadar güzel tartışılmış ve çözümler önerilmiş ki, hepsi kitaplar arasında kalmış. Eğitim sorunlarına dini, siyasi ve ideolojik yaklaşmayı bırakıp, milli bir sorun olarak yaklaşmak zorundayız.

NOT: Yapılan tartışmalarda Alman Eğitim Sistemi bazı yönleriyle örnek gösteriliyor, bazı yönleri eleştiriliyor. Almanlar çok katı olan bu sistemlerini neredeyse Prusya döneminden bu yana koruyorlar. Kendileri de çok tartışıyorlar ama, bu tritoryal (üçlü) sistemi uygulamadan vazgeçmiyorlar. Bu sistemin her şeyden önce Almanya’nın sosyal ve ekonomik bünyesine uygun bir sitem olduğunu söylüyorlar.

Gelecek yazımda eğitim sitemimizi, Alman eğitim sistemi bağlamında tartışacağım ve daha geniş bilgiler vereceğim.