Son günlerin önemli ve de flaş konusu, yeni yapılacak "anayasa" oldu. Türkiye'de tüm anayasalar, ya askeri iradenin gölgesinde ya da darbe dönemlerinde yapılır olmuştu. Bunun kökeninde, Türk toplumunun yapısında "asker millet" olgusu olsa gerek.

Bu durumu en çarpıcı olarak ifade eden, Prof. İlber Ortaylı olmuştu. MHP'nin "Siyaset ve Liderlik Okulu"nda yaptığı bir konuşmada:

"...bizde resim, heykel sanatı yoktur, musikiyle uğraşılmaz, filozof yoktur. Fakat ölmeyen sanatımız askerliktir" demişti. Ve de büyük alkış almıştı bu söz üzerine. Oysaki bu bir tespitti. İçinde eleştiri de vardı.

Sanatı, felsefesi olmayan bir toplum elbette çağdaş demokrasiyi inşa edemezdi. Çünkü bir demokrasi kültürü geliştiremezdi. Galiba bizde eksik olan bu...

Oysaki bu toplum, geçmişte büyük devletler, imparatorluklar kurmuştu. Hiçbir zaman açık sömürge olmamıştı. 90 yıl önce de çağına uygun Türkiye Cumhuriyetini kurmuştu.

Peki, nasıl olurda bu toplum ve bu toplumun siyaseti, gerek inanç, gerek etnik kimlikleriyle varlığını tescil ettirmek isteyen kesimleri hırpalayan bir dil kullanır?

Ve nasıl olur da, 90 yaşına basmış Türkiye Cumhuriyeti, ülkesinde iç barışın ve birlikte yaşamanın önünü açmaz, açamaz olur?

Galiba, İlber Ortaylı'nın sözü çok doğru. Herhalde bizde demokrasi kültürü yok ki, demokrasiyi geliştiremiyoruz. Ya da doğulu toplumların genetik yapısı mı böyledir? Bilemiyoruz.

***

12 Eylül 2010'da referandum yaşandı. 12 Haziran 2011'de genel seçimler yapıldı. Gerek referandum, gerek seçim sürecinde, tüm siyasi partiler yeni bir anayasayı dillendirdi.

Yani mevcut anayasanın bir darbe anayasası olduğu, yeni Türkiye'yi ve yeni toplumsal yapıyı okuyamadığı, hatta yeni hukuksal gelişmelerin gerisinde kaldığı bol bol dillendirildi. Hiçbir siyasi parti diğerinden geri kalmadı.

10 Ekim 2011 günü "Anayasa Uzlaşma Komisyonu" kuruldu. 19 Ekim 2011 gününden itibaren çalışmaya başladı. 42 siyasi partiyi, 39 meslek örgütü ve sendikayı, 79 dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşlarını, üniversiteler ile çeşitli kurumları dinledi.

Yine bu süre içinde komisyona, 440'ı sivil toplum kuruluşlarından olmak üzere 64 bin kişi tarafından görüş bildirildi.

Derlenen ve elde edilen bu birikimler de göz önüne alınarak, yeni anayasanın maddeleri üzerinde görüşmelere başlandı.

Son açıklamaya göre 31 madde üzerinde anlaşma sağlandı. Ancak bir kısım maddeler var ki, anlaşmanın ya olmayacağı ya da çok zor olacağı şimdiden gündeme ve basına yansıdı.

Bu maddeler özellikle "vatandaşlık" tanımını, "laiklik" ve "ana dilde eğitim"i içine alan maddelerdir.

Mecliste bulunan partilerden CHP dışındakilerde parti içi demokrasinin olmaması nedeniyle, farklı seslerin bu önemli maddelerdeki görüşleri bilinmemektedir.

CHP'de bu maddeler hakkındaki farklı görüşler, sanırım diğer partilerin de içini yansıtır ölçüdedir.

Rıza Türmen, CHP Milletvekilidir. TBMM Anayasa Komisyonu üyesidir. Aynı zamanda Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesidir. 10 yıl AİHM'de üyelik yapmıştır.

Rıza Türmen diyor ki, "Özgürlükçü, birlik ve bütünlük yaratan bir anayasa istiyorsak, etnik bir üst kimliğe dayanan vatandaşlık tanımından vazgeçmemiz gerekir.”

Ve CHP'nin önemli bir siyasetçisi Onur Öymen cevap veriyor: "Türk milleti unsurunun anayasadan çıkartılması, cumhuriyetimizin birlik ve bütünlüğüne zarar verecek bir durum yaratır."

Diğer siyasi partilerin de, toplumun da genel görüntüsü budur. Özellikle muhalefette, yeni anayasa için Kürt sorununa indirgeme, cumhuriyetle hesaplaşma gibi bir endişe vardır.

Ve de özellikle siyasetin ve toplumun büyük bir kesiminde ordunun, yargının, siyasetin, özetle cumhuriyetin yeniden dizayn edilmesi gibi büyük bir kuşku vardır.

Elbette, etnik ve de inanç kimliklerini ötekileştirmeyen, demokratik bir anayasaya ihtiyaç vardır. Ve de zorunludur.

Ancak "vatandaşlık, laiklik ve ana dilde eğitimi" içine alan maddeler; 90 yıllık ezberleri bozabilecek, üzerinde büyük bir toplumsal uzlaşmanın, öncelikle de siyasal bir uzlaşmanın olması gereken maddelerdir.

Peki, bu uzlaşma olmuş mudur? Hayır. Olması gerekir mi? Evet.

Ancak iktidarın açık ve net olamaması, dayatmaya çalıştığı "başkanlık sistemi" ve "yüksek yargının yeniden düzenlenmesi" teklifi, uzlaşma olasılığını zora sokacaktır.

Eğer iktidar, yalnız AKP-BDP uzlaşması ile bu anayasayı yapacaksa, toplumda ve siyasette daha tehlikeli bir ortamın ateşini yakmış olacaktır. Çünkü siyasal olarak bilenmiş kesimlerin hassasiyeti yükselmiştir.

Görünen o ki, Türkiye bu konuda büyük bir zorun içindedir. Adeta bir çatışmanın içine sürüklenir olmaktadır.

Geç kalınmıştır ama yapılacak en doğru iş, öncelikle mecliste ve genel olarak toplumda bir uzlaşmayı oluşturmaktır.