Yeisin, ümitsizliğin küfür olduğunu çok açık ve kesin ifade eden dördüncü ayet ise Zümer Suresi 53. ayet ki, inananların tevbe edenlerin beraat belgesidir. Manası şudur: “De ki, ey Muhammed SAV. Ey nefisleri aleyhine haddi aşan (günah batağına batmış olan) kullarım. Sakın Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah cc. affedemeyeceği günah yoktur. (Yeter ki tevbe ile ona yönelin) Şüphesiz o çok bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.” Bu ayet ulu mevlamızın rahmetinin sonsuz, hudutsuz olduğunu göstermektedir. Bunu aklımız ile de biliyor, gözümüz ile de görüyoruz.
Sabahleyin güneş bütün kainatı ısıtıyor ve ışıtıyor. Bu dünyada her çeşit inançta, insan, cin, melek, mahlûk yaşıyor. Hiçbirisinin dinine, inancına, ibadetine bakmıyor. Beni tanıyana veririm, bilmeyene vermem demiyor. Kurta da kuşa da rızkını, ata da otunu, ite de etini veriyor. Bu ulu Allah’ın rahman (çok rahmetli, acıyıcı) sıfatının açık bir delilidir.
Ümit neden bu kadar önemli. Ümitsizlik neden bu kadar şiddetle yasaklanıyor. Sebebi şudur; Kul aciz, Allah mucizdir. Kul daralınca hızır yetişir. Ümitsizliğe düşmek Allah’ın kudretinden şüpheye düşmektir ki, küfürdür. İkincisi yüce Allah’ın kullarına vaadettiği yardımı yok saymak, bütün gücü kendinden bilmek olur ki, bu da küfürdür. Üçüncüsü; ümitsizlik hayatı felç eder. Felç olan insanın yanında bulunan suyu alıp içemediği gibi, acizliğine benzer ki bu da tembellik, atalet, yokluk getirir. Bu da haramdır. Yani insanın acze düşmesi insanda bulunan yaşama azim ve iradesini felç etmektir.
Azim nedir; bir işi başarmaya karar verme ve onu başaracağına olan ümididir. Netice kişi azimle işe koyulmak tevekkülle Allah’a bağlanmaktır ki buna ümit denir. Tarihte ve günümüzde cereyan eden olaylar bunun kanıtı ile doludur. Yüce milletimizin yakın tarihinde başardığı İstiklal Savaşı, Çanakkale Savaşı koskoca bir millet yok edilme ile karşı karşıya bırakılmış, elinde hiçbir imkan kalmamış, aç susuz, giyecek, yiyecek yok, silah cephane sıfır. Tabir caizse, askerin elindeki silah tahtadan tüfek,bamyadan fişek kabilinden, alet yok, edevat yok.
15 yaşındaki çocuklar 70 yaşındaki ihtiyarlar askere alınmış. Aç kalan kuşların hayvan dışkılarında dane topladıkları gibi ot yiyecek kadar aç, bu durumdaki Türk askeri en güçlü silahlarla donatılmış güçlerle ölümüne savaşmış. 1 m2’ye 6 bin merminin isabet ettiği Gelibolu yarımadasını 253 bin şehit verildiği halde 750 insanın düşman ve Türk askerinin öldüğü 50 km2’lik yer cesetlerle dolduğu halde, büyük komutan Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Ben size hücumu değil, ölümü emrediyorum” dediği bir savaş başarılmışsa buradaki azim ve irade ve Allah’a olan itimat güven ve imandır. İşte bu zaferi getiren şey ümit denen ilahi güçtür. Bu gücün kaynağı da Kur’an’ın muhtelif yerlerinde müminlere vaad edilen, özellikle de Ali İmran Suresi 173. ayeti ki, “Ellezine gale le hümünnüsü innase kad cemeü lehüm fezadethüm imanen ve gölü hasbünallahü ve niginelvekil” O kimseler ki düşmanlarınız sizi kuşattı. Bütün kuvvetlerini topladılar. Sizi mahvedecekler diye kendilerine söylendiğinde kendilerine korku salanları “Bu sözleri asla müminleri korkutmaz, hatta Allah’a olan inanç ve güvenlerini artırır da. Allah bize yeter, o ne güzel vekil, biz ona dayanır ve ona güveniriz” derler. Ve karşılarındaki düşman bire bin olsa o müminler asla yılmaz ve ümitsizliğe düşmez.
Bedir harbinde çok güçlü müşrik Mekkeli Ebu Cehil ordusu Medine yakınında Bedir’de karşılaşmışlar. Bir avuç Müslümanı yok etmeye yönelik bir planla hücum etmişler. Beklenmedik bir doğa olayı, düşmanın üzerine doğru esen bir çöl fırtınası ki şiddetli yerden kaldırdığı ufak taşlar müşrik ordusu erlerinin vücutlarına saplanmış. Onları hareketsiz hale getirmiş. Kaçmak için Ebu Cehil bile atına ters binmiş. Ama İslam’ın kılıcından kurtulamamıştır. Bunun aynen bir benzeri de bundan 1300 sene sonra Çanakkale’de Gelibolu’da tecelli etmiş. 270 kg ağırlığındaki top mermisini sırtına alan Seyyit Onbaşının mermiyi topa yerleştirip okur yazar olmadığı halde yaptığı yazısız çizisiz bir hesapla topu ateşlemiş, İngiliz baş zırhlısının bacasından giren mermi yüzlerce İngilizi gemi ile beraber denize gömmüştür. İşte buradaki mucizeye sebep müminlerdeki imanın gücü ve itimadı, Allah’a olan sonsuz güven, yani ümittir. Bunun tersi ise ümitsizliktir. Ki mahvolmak demektir.
Bu ümit çalışma gayreti ve tevekkül temeline dayalı sağlam ümittir. Yeise ümitsizliğe kapılmayan azim ve irade ile sonsuz aşk ve ümitle gayret eden çalışanın aşamayacağı engel, varamayacağı menzil, hedef yoktur. Ümit imkansızı mümkün kılan ruhi ve bedeni bir güçtür. Yani Allah’ın vaadi ümitle çalışanlara haktır. “Elvağdü hakkın” bunu ifade eder.
Mazide geçmiş olaylar hale ve istikbale geleceğe ışık tutması için anlatılır. Yağmur gibi yağan kurşunlara rağmen çaresizce bu kurşunlara hedef olan ve ümidini azmiyle güçlendiren erlere bu kurşunların isabeti pamuk kadar tesir etmez. Bu ise kendine güvenilen ulu Allah güvenenlere olan ihsanıdır. Hiçbir zaman biz Avrupa’nın, Amerika’nın ulaştığı zirveyi medeniyete, teknolojik güce ulaşamayız diye uyuşukluğa düşmek tam bir zırvadır. Çalışan kazanır, hedefe uzanır ve ulaşır. Bunun garbı, şarkı güneylisi, kuzeylisi olmaz. Atalet tembellik asla kazaya rıza değildir. Kazaya rıza herşeye rağmen başa gelen musibetin defi için sabır ve gayrete denir. Yoksa matem ölüyü diriltmez. Hatta feryadü figan edenleri helak eder. İşte burada kazaya rıza gerekir. İşte birçoğumuzun fazla dikkate almadığı ümit ve ümitsizlik olayı son derece önem taşır.
Yüzbinden fazla öğretmen atama bekliyor, 3 milyondan fazla genç iş bekliyor. Milyonlarca öğrenci üniversiteye girmek, okumak ve işe atılmak istiyor. Bunların önündeki idari, hukuki, sosyal ve ekonomik engeller ancak azimle, sonsuz irade ile, çalışarak ve ümitle aşılır.
Bir misalle konuyu bağlayalım. Çalışmakla ümit, ikisi ikiz kardeştirler. Yani ikisi bir bütündür. Azim ve irade de bunların ana ve babası gibidir. Bunlar birleşmeden zafer adlı çocuk doğmaz.
Büyük Türk hakanlarının 1402 Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt hanı mağlup edip onun ölümüne sebep olan, yıkmak, ve ümitsizliğe kitabına yazmayan Timurlenk –Aksak Timur- topal Timur denen Tük hakanı ömrü harp meydanlarında geçmiş. Tarihin beyanına göre vücudunda yara bere almadığı yeri kalmamış ama ölmemiş, yılmamış bir hakan, komutandır. İşte kahraman Türk hakanı büyük bir savaşı kaybediyor. Çevresi boylu otlarla kaplı bir kalenin dibindeki bir çukura saklanıyor. Fakat hareketi sıfır. Kırk yerinden yaralı ölümle pençeleşiyor. Çevresindeki otlar ve yağmurun suyu ile orada kalıyor. Kurtulmaya olan inancını ve ümidini asla yitirmiyor. Uzun müddet hareketsiz orada kalıyor. Bu arada ağzında bir buğday danesi taşıyan bir karıncanın yüksek kale duvarına tırmandığını seyrediyor. Karınca kale duvarının sonuna varıyor. Oradaki kaygan zemin nedeni ile geri düşüyor. Bu olay 99 kere tekrarlanıyor. Karınca yılmadan kale duvarını aşıp ağzındaki buğdayı yuvasına ulaştırmak azminden caymıyor. Yüzüncü tırmanışında kale duvarını aşıyor, yuvasına varıyor. Karınca çıkarken takip ettiği yolu kullanarak birçok buğdayı yüksek kale duvarına aşarak yuvaya taşıyor. Bu olayı gören, seyreden Timurlenk ecelim gelmemişse ben de ölmem deyip karıncanın ümit ve azmini kendine rehber ediniyor ve başarılarının kaynağının azim, irade, güçle çalışma ve asla ümidini yitirmeme en kötü şartlarda dahi ümit varsa başarı mıknatıs gibi çeker demiştir.