Bu ülkenin gurur ve onur kaynağı idiler. Bu toprakların sesi ve sözü idiler. Biri sazıyla ve bas-bariton sesiyle, biri şiiriyle, biri romanıyla Anadolu'nun konuşan dili idiler.
Biri Vanlı ve öksüzler yurdunda yetişmiş bir Ermeni çocuğu idi...
Biri Selanikli bir Türk çocuğu idi...
Biri Osmaniye'nin Hemite köyüne göçmüş Vanlı bir ailenin Kürt çocuğu idi...
***
Biri Ruhi Su idi; tedavisi için yurtdışına bile izin verilmeyen ve 20 Eylül 1985'te ölen...
Biri Nazım Hikmet idi; hayatının üçte biri cezaevlerinde ve mahkeme salonlarında geçen, yıllarca kitapları yasaklanan ve vatan hasretiyle 3 Haziran 1963'te ölen...
Ve de biri Yaşar Kemal idi; 17 yaşında siyasi suçla tanışan ve barış hasretiyle 28
Şubat 2015'te ölen...
***
Ruhi Su; Karacaoğlan'ı, Köroğlu'nu, Dadaloğlu'nu, Pir Sultan'ı, Yunus'u ve de seferberlik türkülerini okumuştu.
Bas-Bariton sesiyle ve kendine has yorumuyla Anadolu'nun yüzlerce yıllık haykıran sesini günümüze taşımıştı.
Nazım Hikmet; Kurtuluş Savaşı'nı anlatan "Kuvayi Milliye" şiirleriyle bir destan yaratmıştı.
"Topraktan öğrenip kitapsız bilendir / Hoca Nasrettin gibi ağlayan Bayburtlu Zihni gibi gülendir / Ferhad'dır, Kerem'dir ve Keloğlan'dır" diyerek Anadolu insanının kimyasını anlatmıştı.
Ve Yaşar Kemal; Nazım'ın "Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeye görsün önlerine / ve bir kerre vakterişip 'gayrık yeter!...' demesinler." sözleriyle derin kimliğini tanıttığı Anadolu insanının başkaldırısını, öfkesini, korkusunu, aşkım, sevdasını, yani destansı yaşamım ve yaşadığı bu toprakları en güzel Türkçe ile anlatmıştı.
Ve de Yaşar Kemal Anadolu'nun yaşayan Homeros'u, yaşayan Dede Korkut'u olmuştu.
20.yüzyılın büyük filozofu Jean- Paul Sartre, Fransa'nın Cezayir savaşına muhalefet etmişti. Tutuklanmasını isteyenlere Fransa devlet başkanı General De Gaulle "ama Sartre Fransa'dır" demişti. Çünkü Sartre, Fransız halkının vicdanı idi...
Ama Yaşar Kemal için denilmedi bu söz.
Bu ülkede:
Hem bu kadar yerel, hem bu kadar evrensel olan; Türkiye deyince Yaşar Kemal'i, Yaşar Kemal deyince Türkiye'yi akla getirecek kadar ünü dünyaya yayılmış bu kişi için "Yaşar Kemal Türkiye'dir" denilmedi.
1995'te "Yalanlar Seferi" başlıklı yazısı nedeniyle "bölücülük propagandası" yapmakla suçlanarak Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanırken...
Aynı yıl "Türkiye'nin üzerindeki Kara Gökyüzü" başlıklı yazısında "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açık olarak tahrik ettiği" iddiasıyla mahkûm edilirken...
Ve bu ceza, 5 yıl içinde aynı suçu işlememesi kaydıyla ertelendiğinde "Beni idama mahkûm etseniz daha iyi... Beni sansüre mahkûm ediyorsunuz. İnadına yazacağım inadına konuşacağım" derken...
"Yaşar Kemal Türkiye'dir" denilmedi.
Ama bugün tüm siyaset, onun için övgüler dolu, büyük hem de çok büyük sözler etti. Büyük söz edenlerin içinde Süleyman Demirel de vardı.
Oysaki o günün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel idi.
***
Yaşar Kemal, sadece Türk dilinin en iyi romancısı değildi.
Sadece Türkiye'nin ovasını dağını, kurdunu kuşunu, köylüsünü kentlisini en iyi anlatan insan değildi.
Yaşar Kemal, Fransa'da Sartre ne ise Türkiye'de o idi.
Yaşar Kemal, bu toprakların ete-kemiğe bürünmüş vicdanı idi.
Kaderine boyun eğmiş köylünün, başkaldırmış İnce Memed'lerin dili idi.
0, hayatı boyunca ezilenlerin yanında olmaktan çekinmedi.
Ve hayatı boyunca Türk ve Kürt halkının birlikte ve barış içinde yaşaması için bu toplumun dili, bu toplumun vicdanı oldu.
***
Yazının sonunu Yaşar Kemal'in evrensel özellikte bir sözüyle bağlamış olalım. "Bîr toplum, hoşgörüsü kadar güçlü, sağlam ve haklıdır. Zulmü kadar zalim ve zayıftır. Irkçılık ise en korkunç bir hastalıktır."