Herşey yalan ölüm gerçek...

Nazım'ın dediği gibi "ne ölümden korkmak ayıp, ne de düşünmek ölümü".

En güzel de Cahit Sıtkı anlatmış ölümü, ölüm korkusunu...

Daha 46 yaşında hayata veda etmeden… 

Ne doğan güne hükmüm geçer,

Ne halden anlayan bulunur;

Ah aklımdan ölümüm geçer;

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

 

Ve gönül Tanrısına der ki:

- Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden!

 

Yine “Otuzbeş Yaş” şiirinde dediği gibi Tarancı’nın;

 

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kimbilir, nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.

*

Ölüm üzerine düşününce, Yahya Kemal’in dizelerini anımsamamak olur mu?

“Rindlerin Akşamı”nda “Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç” diyor büyük şair.

“Rindlerin Ölümü” ise daha bir derin duygu denizi:

 

Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden hergün açarmış kanayan rengiyle,

Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış,

Eski Şirâz’ı hayâl ettiren âhengiyle.

 

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter,

Ve serin selviler altında kalan kabrinde

Her sabah bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

*

Bu satırları kaleme aldığım saatten tam bir hafta önce, annemden ise yaklaşık 6 ay sonra kayınpederimi kaybetmiştim.

Aynı gün, sevgili Ahmet Şenel’in, ertesi gün Günay Kazanasmaz’ın ölüm haberlerini aldım.

Yakınlarımızın, sevdiklerimizin, tanıdıklarımızın sayısı her geçen gün artıyor Ulumezar’da.

Hayattaki büyüklerimizin ve yaşıtlarımızın sayısı ise azalmakta günbegün…

Ölümün sırası yok.

Kendimizden çok daha genç bedenleri de toprağa verdiğimiz oluyor içimiz yanarak.

Bir gerçek var ki, acılar paylaşıldıkça azalıyor…Tıpkı mutlulukların paylaşıldıkça çoğaldığı gibi…

Acımızı paylaşan tüm dostlara minnet duygularımı sunmak istiyorum.

*

Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sedâ imiş…

Arkamızda bir hoş seda bırakmaya özen göstermek değil mi anlamlı olan?

Ama bir yandan da yaşam devam ediyor.

Ölüm yokmuş gibi çalışmak da boynumuzun borcu.

İşte orada ince bir çizgi var; ihtiras, bencillik ve doyumsuzlukla, iyilik, doğruluk, güzellik adına daha fazla üretme çabası arasında…

Hep sevgi üretmek, yarın veda edecekmiş gibi…

Ama o sevgiyle de bağlanmak yaşama, hiç ölmeyecekmiş gibi.

Ve paylaşırken güzellikleri, acılara da ortak olmayı bilmek, Anadolu’ya özgü bir insanseverlikle, bilgece.

Asıl olansa yaşamak elbette.

Adam gibi yaşamak…

Tutkuyla yaşamak…

Cahit Sıtkı, Abbas’a diyor ya:

Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;

Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.